Çocuk Hakları
İlk kez Birleşmiş Milletler’n 1959’da yayımladığı Uluslar arası Çocuk Hakları Bildirgesi ile uluslar arası düzeyde gündeme gelen çocuk hakları, 1979’un Dünya Çocuk Yılı ilan edilmesiyle hemen her ülkede sıcak bir tartışma konusu yarattı. Dünyamızda hala milyonlarca çocuk eğitim olanaklarından yararlanamıyor, ağır çalışma koşullarında sömürülüyor, aile içinde hırpalanıyor, çeşitli hastalıklardan küçük yaşta yaşamını yitiriyor ya da savaşlarda ölüyor. Birleşmiş Milletler’in 20 Kasım 1989’da oybirliğiyle kabul ettiği Uluslararası Çocuk Hakları Anlaşması 18 yaşından küçük herkesin sahip olduğu hakları ve devletlerin çocuklara karşı yerine getirmesi gereken görevleri saptadı. Anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için en az 20 devletin imzası gerekiyor. 20 imzanın tamamlanmasından sonra uluslar arası hukukun temel ilkeleri arasına girecek olan bu anlaşmadan her çocuk yararlanabilecek.
Türkiye’de Çocuk Hakları
Türkiye’de ilk kez 1990’da uygulamaya giren Uluslar arası Çocuk Hakları Bildirgesini ülkemizde görmek biraz zor.Hala sokaklarda; çöplerden kağıt toplayan çocukları, sokaklarda uyuyanları görmek mümkün. 21. yüzyılda olmamıza rağmen hala ülkemiz İnsan Hakları Anlaşmasını gerçek olarak yürürlüğe sokamadı. Bu ilerledikçe ülkemizin okuma yazma oranı gittikçe düşüyor. UNICEF gibi ünlü kuruluşlar bu oranı ve sokaklarda dolaşan tinerci çocukların sayısını azaltmak için çalışıyor fakat çok fazla yeterli olamıyor.
BAZI HABERLER
*26/04/1998 ANKARA - Çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla düzenlenen "Küresel Yürüyüş"ün Türkiye bölümü, yarın Ağrı-Doğubeyazıt-İran kapısında başlayacak.
Çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi için bütün dünyanın desteğini almak, çocuklara bedava eğitim hakkı sağlamak, çocukların ekonomik olarak sömürülmesine son vermek ve onların fiziksel, ruhsal, moral gelişimine zarar verecek işlerde çalıştırılmasını önlemek amacıyla Hindistan’dan başlatılan "Küresel Yürüyüş", Cenevre’de son bulacak.
Türkiye bölümünün yarın Ağrı’da başlamasının ardından, 29 Nisan’da Ankara’ya gelecek olan yürüyüş ekibi, 1 Mayıs Cuma günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile görüşecek, 1 Mayıs Mitingi’ne katılacak ve işçi konfederasyonlarını ziyaret edecek. Daha sonra İstanbul’a gidecek olan ekip, burada çeşitli etkinliklere katıldıktan sonra 4 Mayıs Pazartesi günü Yunanistan’a hareket edecek.
Hak-İş Konfederasyonu’ndan yapılan açıklamada, çocuk işçiliğinin Türkiye’de çözülmesi gereken önemli bir sorun olduğu belirtilerek, Hak-İş’in Türk-İş, DİSK, KESK ve TESK ile birlikte yürüyüşe destek verdiği bildirildi.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
*27/01/1999 İSTANBUL - İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'ne üye bir grup, Çocuk Hakları Bildirgesi'nin Türkiye'de yürürlüğe girmesinin 4. yıldönümü dolayısıyla İstiklal Caddesi'nde çocuklara sözleşme metnini dağıttı.
Beyoğlu'ndaki İHD İstanbul Şubesi önünde bir açıklama yapan Yönetim Kurulu Üyesi Melek Üçbinli, çocuğun belli hak ve özgürlüklerden yararlanması amacıyla 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen Çocuk Hakları Bildirgesi'nin, Türkiye'de 1990 yılında 17, 29 ve 30'uncu maddelerine çekince konularak imzalandığını belirtti.
Bugün çocukların, sağlıksız yaşam koşulları, güvensiz bir gelecek, eğitimde kalitesizlik ve eşitsizlik üzerine kurulu bir ortamda yaşadıklarını öne süren Üçbinli, bu koşulların düzeltilmesi için sözleşmenin çekincesiz bir şekilde kabul edilmesini istedi.
Açıklamanın ardından, aralarında İHD İstanbul Şubesi Başkanı Eren Keskin'in de bulunduğu grup, İstiklal Caddesi'ndeki çocuklara sözleşme metnini dağıttı.
01/11/1999 ANKARA - "Çocuk Hakları Okulu", 20 Kasım'da İstanbul'da açılıyor.
Çocuk Vakfı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin, vakıf bünyesinde açılacak okulla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'de ve dünyada yüzmilyonlarca çocuğun haklarının ihlal edildiği bir yüzyılın sonunda, çocuğa ve çocukluğa bakışın yeniden ele alınması gerektiğine inandıklarını belirtti.
Açıklamaya göre, Çocuk Hakları Okulu, Türkiye'de ve dünyada çocuk haklarının takipçileri olacak çocuk entelektüelleri ve öncülerini hazırlayacak "çocuk" merkezli bir eğitim yaklaşımı olarak tanımlanıyor.
İLK ÜÇ DÖNEM YETİŞKİNLERE
İnsanın çocukluk dönemi hakları, Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin açılımı ve yorumu, çocuk hakları gündemi ve "Benim haklarım nerede?"olmak üzere 4 dönemden oluşacak eğitimin ilk 3 dönemi yetişkinlere, 4'üncü dönemi ise hem çocuklara hem de yetişkinlere yönelik bir program olacak.
40 uzman öğretim üyesi ve 50 katılımcıyla gerçekleşecek eğitim, konferans, tartışmalı toplantı, açıkoturum, interaktif toplantı ve grup çalışmaları şeklinde düzenlenecek. Öte yandan, okul bünyesinde Çocuk Hakları Kütüphanesi ve Çocuk Bilgi Merkezi kurulması planlanıyor.
*18/10/1999 BERLİN - 18 yaşından küçük askerlerin durumlarının tartışıldığı ve 250 sivil toplum örgütü ile hükümet kuruluşunun temsilcisinin biraraya geldiği uluslararası konferans, Almanya'nın başkenti Berlin'de başladı.
"Çocuk Askerlerin Kullanılmasına Karşı Koalisyon" adlı sivil toplum örgütünün girişimiyle yapılan konferansta, hükümetlere, 1989 yılında varılan Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Konvansiyonu'na ek bir protokol hazırlanması ve asgari askere alınma ile savaşa katılma yaşının 15'den 18'e çıkarılmasını kabul etmeleri yönünde baskı yapılması hedefleniyor.
Konferansa katılan sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, BM bünyesinde bir çalışma grubu tarafından 1994 yılında bu protokolle ilgili görüşmelerin başlatılmasına karşın, ABD ve İngiltere'nin muhalefetinden ötürü görüşmelerin şu anda kesik olduğunu belirtti.
Konferansın açılışında dağıtılan bir raporda, sadece 3. dünya ülkelerinde çocuk askerlerin kullanılmadığına işaret edilerek, özellikle İngiltere, Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) ile PKK suçlandı.
Saflarında yüzde 10'u kız olmak üzere 3 bin çocuk bulundurduğu belirtilen raporda, PKK ayrıca, Almanya, İsveç ve Fransa'daki Kürt kökenli çocukları toplayarak, çocuk askerlerden oluşan bir alay kurmakla suçlandı.
Raporda, Çeçen savaşçılar arasında da çocuk yaşta militanların bulunduğu belirtildi.
"Çocuk Askerlerin Kullanılmasına Karşı Koalisyon" adlı grup bünyesinde, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, İnsanların Dünyası, Çocukları Kurtarın, Uluslararası Çocukları Koruma Örgütü gibi sivil toplum örgütlerini topluyor.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
*28/04/1998 DOĞUBEYAZIT - Çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla Hindistan’dan başlayan "Çocuk İşçiliğine Karşı Küresel Yürüyüş"e katılan 32 kişilik grup, sabaha karşı İran’dan Türkiye’ye giriş yaptı.
Uluslararası yürüyüş grubu, saat 03.00’de Ağrı Gürbulak Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye girdi. Dün akşam saatlerinde gelmesi beklenen grubun gecikmesi nedeniyle karşılama töreni gerçekleştirilemedi.
32 kişiden oluşan grubu, Gürbulak Sınır Kapısı’nda, Doğubeyazıt Kaymakamı İrfan Kenanoğlu ve diğer yetkililer karşıladı.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
*13/11/1999ANKARA- Çocuk Vakfı, 20 Kasım 1999 Çocuk Hakları günü nedeniyle, "Hakları Çalınmış Çocuklar" raporu hazırladı.
Çocuk Vakfı'nın hazırladığı raporda, dünya nüfusunun 15 Ekim 1999 itibariyle 6 milyar sınırını aştığı, dünya çocuk nüfusunun ise 2 milyar 700 milyon olduğu belirtildi. Dünyada dakikada 247 bebeğin doğduğu, 99 kişinin öldüğü ifade edilen raporda, her yıl 15 milyon çocuğun anne olduğu, 15-18 yaş arası doğum oranlarında son 5 yılda artış gözlendiği kaydedildi.
Çocuk ölüm oranlarının çok olduğu ve bunun artması durumunda 2000'li yıllarda 175 milyon çocuğun 5 yaşına varmadan öleceği vurgulanan raporda, 8 bini ishalden omak üzere, her gün ölen çocuk sayısının 35 bin olduğu bildirildi. Raporda, 800 milyon çocuğun yeterli ve sağlıklı bir şekilde beslenemediği, açlıktan dakikada 15 çocuğun öldüğü ve 400 bin çocuğun da temiz su içemediği ifade edildi.
100 ÇOCUKTAN 24'Ü OKUMA-YAZMA BİLMİYOR
Raporda, 5-14 yaş grubunda 272 milyon çocuğun çalıştırıldığı belirtilerek, 100 çocuktan 24'ünün okuma-yazma bilmediği ve 130 milyon çocuğun okul çağında olmasına rağmen eğitimden hiç yararlanamadığı ifade edildi.
Türkiye'de 0-18 yaş arası çocuk nüfusunun 28 milyon olduğu vurgulanan raporda, her yıl 1 milyon 358 bin bebeğin dünyaya geldiği ve bebek ölüm hızının binde 41 olduğu belirtildi. Raporda, Türkiye'de 725 bin çocuğun eğitim ve öğretim imkanından yararlanamadığı ve 100 çocuktan 21'inin okuma-yazma bilmediği bildirildi.
Çocuk Vakfı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin, çocuklar için biraraya gelmek en öncelikli görevimiz olmadığı sürece çocuk sorunlarının çözülemeyeceğini ifade ederek, "Her doğan çocuk gözlerini güzel bir dünyaya açmadıkça, bu görevimizi yerine getirmiş olmayız" dedi.
Hayvanların çoğu çok zekidir
Çoğumuz yalnızca tilkiyi kurnaz sanırız. Oysa... Yaşamımın altmış yılını doğa araştırmalarına verdim ama, yine de vahşi hayvanların kimi durumlarda hangi biçimde hareket edeceklerini kestiremem. İnsanların tepkileri gibi onların davranışları da sınıflandırılıp daha önceden tahmin edilemez ve tehlike karşısında normal kurallar bile çiğnenir.
* * *
Gençken, tarlalarımızın kenarındaki sık ormanın içinde, tilki kovalayan av köpeklerinin ardından at sürerdim. Bir gün köpeklere yetiştiğim bir sırada, ormanın açıklık yerinde bir tilki ile karşılaştım. Hayvan çok yorgun görünüyordu ve bende büyük bir acıma duygusu uyandırdı. Onu öldürmek istemedim, hatta köpeklerin eline düşmemesi için bir çare bulmaya çalıştım.
Yakınlarda, genellikle kütük nakli yapan trenlerin geçtiği bir tren yolu vardı. Demiryolu hattı, bir iki metre genişliğinde bir hendeğe paralel biçimde uzanıyordu. Tilki, hendeğin kenarındaki bir tümseğin üzerine çıktı ve beklemeye başladı.
* * *
Uzaktan bir trenin ge ldiğini duymuştu. Öte yandan, köpekler kendisini yakalamak üzereydiler. Hiç beklemediğim bir anda büyük bir cesaret ve çeviklikle, tam kütük yüklü vagonlar geçerken bunlardan birine atladı. Tren uzaklaşırken, tilkinin gözlerinde alaycı bir bakış sezdim. Bu zeki hayvan, bir iki kilometre kadar gittikten sonra uygun bir yerde trenden atlayacak ve ormana dalarak gözden kaybolacaktı.
* * *
Çiftlik evimizin kapısının iç tarafında kocaman bir sepet asılı dururdu. Uzun süre hiçbir işe yaramadı ve yerinde kaldı. Bir gün bir serçenin sepetin içinde yuva yapmış olduğunu gördük. Ertesi yıl da aynı sepet bir serçe ailesine yuva oldu. Mevsim sonunda evden ayrılıp kente indik. Kapılar, pencereler sıkı sıkı kapalıydı. Ama bir tatil günü çiftliğe gelip de evin kapısını açınca, bir de ne göreyim, sepette yine bir serçe ailesi yok mu
* * *
* * *
Merak ettim. Her yeri aradım, nereden girdiğini bulamadım. Sonunda kuşu izleyerek çıkış yolunu buldum. Koridorun ucundaki pencerenin camında ancak bir kuşun geçebileceği kadar bir delik vardı. Bu cam, bir çocuğun attığı sapan taşıyla kırılmış olabilirdi. Hayvancık kapıları ve pencereleri sımsıkı kapalı bulunca, her yeri aramış ve sonunda bu kırık camı bularak yuvasını aynı güvenli yere yapmıştı.
* * *
Bir gün de sık bir ağaçlığın 200 metre kadar ilerisinde bir geyik için pusudaydım. Yanımda, geyiklerhakkında çok şey bilen biri vardı. Hayvanı kovalamakla görevli olanlar arkadan geliyorlardı. Geyiğin, beni ve rehberimi görmesine olanak yoktu. Hayvan birden sık çalıların arasından çıktı. Rüzgar ondan bana doğru esiyordu, dolayısıyla kokumu alamazdı. Fakat oradan çıkıp hareketsiz durduğunu görünce, rehberime, “Ne yapıyor?” diye sordum.
* * *
Rehberim, “Kendi kitabını okuyor” dedi, yani türlü olasılıkları tartıp bir karar vermek istiyordu. O güne kadar 103 adet geyik vurmuş olduğum halde, bu, beni şaşırtmıştı. Geyik, yakınlarda bulunan yüksek otlar arasında gözden kayboldu. Koca boynuzları bile gözükmüyordu. Ben nasıl olsa izini sürenler gelince ortaya çıkacak diye bekliyordum, fakat çıkmadı. Çünkü boyu 60 santimi aşmayan otların arasında sürüne sürüne ilerlemiş ve bizden 300 metre kadar uzaklaşınca tabanları yağlayıp kaçmıştı. Ben tüm deneyimime karşın, koskoca bir hayvanın, neredeyse insan boyuna ulaşan boynuzlarıyla, hiç sezdirmeden buradan süzülüp kaybolacağını kestirememiştim.
* * *
Yağmurların çok yağıp, ırmağı yatağından taşırdığı bir günde yanıma bir adam alıp belki kurtarılacak çiftlik hayvanları vardır diye olay yerine gitmiştim. Suların söktüğü bir meşe gövdesine güçlükle tutunan bir yaban domuzu gördüm. Yanında dokuz tane de yavrusu vardı. Yavruları küçüktü, ancak iki haftalık kadar görünüyorlardı. Ama yaban domuzu, suların yavaş yavaş yükseldiğini hissetmiş gibi çevresine kaygıyla baktı, sonra gözlerini sekiz yüz metre kadar ilerideki bir tepeye dikti. Kurtuluş oradaydı, ama, oraya kadar nasıl yüzecekti. Ani bir kararla kendini dalgalı suya bıraktı. 10 metre kadar yüzdü, sonra geri dönerek yine meşenin gövdesinde bekleşen yavrularına ulaştı. Böylelikle, ne yapmaları gerektiğini yavrularına göstermiş oluyordu.
* * *
Hafif ve sakin homurtularla yavrularını suya doğru yavaş yavaş itti. Biraz oyalandı. Yavrularına sanki yüzme öğreten sevecen bir anne gibiydi. Sonra, dikkatle tepeye doğru yüzmeye başladı. Ağır ağır yüzüyor, yavrularının hepsinin peşinden gelip gelmediğini sık sık kontrol ediyordu. Kendisi önde olduğu için güçlü sel akıntısını yarıyor ve durgun bir suda yavrularını beraberinde yüzdürüyordu. İki vahşi gücün burada birbirleriyle savaşımını ise hiç unutmam...•
* * *
Archibald Rutledge ©
Sunday Herald ©
Bütün Dünya
Bütün Dünya
Şef Seattle'ın Mektubu
1854 yılında A.B.D. Başkanı yazdığı bir mektupla Amerikaya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla kızılderililerden toprak istemiş ve "bu isteği kabul edilecek olursa, kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir. Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan kızılderili Reisi Seattle bir söyleviyle A.B.D. Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup olarak A.B.D. başkanına gönderilmiştir. Mektubun aslı Amerika, Seattle, Squamish Müzesinde korunmaktadır.
İnsan ve doğa diyalektiğini en güzel dile getiren metinlerden biri olarak günümüzde değeri daha çok anlaşılmaktadır.
Yüzyıllardir halkımın üzerine merhamet gözyaşlari döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir. Şef Seattle her ne söylerse, Washington'daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir. Washington'daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Merak ediyoruz ki; gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz?
Bunu anlamak bizler için çok güç. Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır.
Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır. Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için büyük bir fedakarlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz kızılderililerin ise onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır. Nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek.
Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize?
Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur.
Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istedigini alınca başka serüvenlere atılır.
Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O'nun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve herşeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.
Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur? Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz.
Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı?
Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var: Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalo'dan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffalo'ları.
Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.
Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki herşey, bir ailenin fertlerini biribirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve biribirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır. Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu farkedecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.
Beyaz adamı bu topraklara getiren ve kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı buffalo'larin öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağlari örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.
Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef'in vaadettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız.
Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, bir kaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki?
Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; Son kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesedleriyle kaynaşacak. Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölü mü dedim?
.... !
Ölüm diye birşey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan.
Şef Seattle, 1854
Gap'ın Bölgeye Katkısı
Güneydoğu Anadolu Projesi (Gap) Tamamlandığında Toplam 1 Milyon 700 Bin Hektar Alan Sulanacak. 22 Baraj ve 19 Hidroelektrik Santralinden Oluşan Gap, Bölge Halkının Gelirini 5 Kat Artırdı.
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) tamamlandığında toplam 1 milyon 700 bin hektar alan sulanacak. 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralinden oluşan GAP, bölge halkının gelirini 5 kat artırdı.
Devletin, tüm imkanlarını seferber ederek başlattığı proje, başlangıçta enerji, toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi şeklinde planlanmış ancak daha sonra bölgenin geri kalmışlığı göz önünde bulundurularak tüm sektörleri kapsayan entegre bir bölgesel planlamaya dönüştürülmüştü. 32 milyar dolara mal olması beklenen GAP, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 75 bin 358 kilometrekare alanı kapsıyor. GAP, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illerinin geleceğini yakından etkiliyor.
GAP'ın merkezi konumunda olan il ise 19 bin kilometrekare genişliğinde toprağıyla Şanlıurfa. Şanlıurfa, projenin yüzde 25'ini oluşturuyor. Bu büyük projenin ilk uygulamalarının Şanlıurfa'da başlatıldığı ve bugün küçümsenmeyecek noktalara ulaştığı belirtiliyor.
Harran Ovası'nın küçük kanallarından akan su, ovaya hayat ve enerji getirirken, 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralinden oluşan GAP şimdiden bölge halkının gelirini 5 kat artırdı. Araştırmalar, bölgede 100'den fazla bitki çeşidinin yetiştirilebileceğini gösteriyor. Bölgenin ekolojik değişimi, çevrede yaşayan canlı türünü de çeşitlendirdi. Bu çeşitlenme, birkaç hayvani ürünle yaşamaya alışmış yöre halkının refah düzeyine yansıdı. Elektrik ve suyun ulaşamadığı köy neredeyse kalmadı. Yılda birkaç defa ürün
alınan tarlalar bereketle birlikte beraberinde varlığı da getirdi.
Ebru Sanatı
Kâğıt süsleme sanatlarının en önemlilerinden biri... Bütün Osmanlı sanatlarında olduğu gibi usta-çırak usulü ile öğrenilen ve sanatçının iradesi dışında birçok değişkenden etkilenen bir sanattır.
Ebru; renklerin suyla dansının yarattığı bir ahenktir aslında. Bazı kaynaklar ebrunun, yüz suyu anlamına gelen "ab-ı ru" sözcüğünden, bazı kaynaklar ise Orta Asya dillerinden Çağatayca'da hareli görünüm, damarlı kumaş ya da kağıt anlamına gelen "ebre"den geldiğini söylese de en yaygın kanı, kelimenin kökeninin Farsça; bulutumsu, bulut gibi anlamına gelen "ebri" den gelmekte olduğudur. Her ne şekilde isimlendirilse isimlendirilsin insanlara da isim olan ebru, gizemli bir ahenk taşıyor.
Zorlu ve emek isteyen bir sanat olan ebru, geri dönüşü olmayan, tekrarı olmayan, çok değişkenli bir sanattır.
Birçok eski eserde süsleme amacıyla kullanılan ebru, geleneksel el sanatlarımızdan olmasına rağmen yakın zamana kadar unutulma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Dünya çapında çeşitli milletler tarafından sahiplenmeye başlanmış, bazı ülkelerde ebru yapımı sırasında kullanılan malzemeleri üreten firmalar boy göstermişti.
Ebru sanatında son devrin piri merhum Mustafa Düzgünman gerek yetiştirdiği öğrencilerle gerek bu sanata kazandırdığı anlayışla manevi hazinelerimizden birinin payidar kalmasında büyük rol oynamıştır.
Türk el sanatının önemli bir dalı olan ebruculuğun hangi tarihte başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Ebruya çok eski tarihli el yazması kitapların yan kağıtlarında (kapak ile kitabı birbirine bağlayan kağıt) rastlıyoruz. Fakat bu kitaplar yüzyıllardan beri okuna okuna yıpranıp tekrar cilt tamiri yapılmış olacağından o kitap içinde görülen bu ebrular, o kitabın yazılış tarihinde yapılan ebru olduğunu göstermez. Şu halde üzerinde tarih kayıtlı olmak şartıyla bir hat örneği ihtiva eden ebru kağıtları zamanı göstermek bakımından bir vesika sayılabilir. Hafif ebru denilen ve bilhassa üstüne yazı yazılmak gayesiyle açık ve soluk renklerle yapılan ebru kağıtlarında rastlanacak tarihler önem taşır. İşte o tarih ebru'nun da yapılış tarihi olabilir. Bilinen en eski ebru kağıdı 1554 yılına aittir. Ebrunun tarihi Malik-i Deylemi tarafından Gürcistan'da yazılmış italik kıt'ada geçen Arapça tarihten anlaşılıyor. Ebru kelimesi Çağatayca "Ebre", Farsça "Ebrî" bulutumsu, bulut gibi anlamına gelip, daha sonraları dildeki vokal değişmesiyle Ebru haline gelmiştir. Bütün klasik sanatlarımız gibi ebru sanatının tarihi hakkında tam bir bilgimiz yoktur. Ebru kağıdı çok eski devirlerde hat sanatının bir yardımcısı ve ciltçiliğin bir kolu olarak yaşamış bir sanattır. Kitap kaplarının içlerini yaprakları veya yazı levhalarının kenarlarını bordür olarak süslemek için kullanılmıştır. Bugün tekrar gündeme gelmiş, kendini yenilemiş olarak görülüyor. Son yıllarda resim gibi paspartolanmış ve çerçevelenmiş ebru çeşitleri ile sergiler açılıyor, çerçeveli veya çerçevesiz dükkanlarda satılıyor. Evlerimizi, bürolarımızı süslediği gibi gömleklerimizden sarkan kravat olarak ipekli kumaşlara basılmış görüyoruz. Dahası çinilere renk vererek hatip ve çiçekli battal veya çark-ı felek olarak girmiş, kırlentlerde aynı renk cümbüşüne karışan ebrularla göz zevkimize katılmış olduğunu görüyoruz. Büyük Türk yazarı Şemseddin Sami Bey Kâmûs-ı Türkî adlı lügâtında ebru için şöyle demektedir: "Ebru; aslı, Farsça Ebrî = bulut renginde ve daha doğrusu, Çağatayca Ebre = roba (elbise yüzü, kürk kabı) hare gibi dalgalı ve damarlı (kumaş, kağıt) = (isim) cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt."
Görülüyor ki gerek Kâmûs-ı Türkî yazarı Şemseddin Sami Bey'in verdiği bilgiler gerekse bu sanatı Buhara'da öğrenmiş olan Sadık Efendi'nin verdiği bilgilere göre kelime, zaman süreci bazı değişikliklere uğramıştır. Aslı Çağatayca olan bu kelime Anadolu'ya göç sırasında İran'dan geçerken kelime benzerliği nedeniyle "ebri"ye yurdumuzda ise "ebru"ya dönüşmüştür.
Güzel Yaşamanın 10 Anahtarı
Her ülkenin binlerce atasözü var, özdeyişi var. Bunlar birikimlerin hap halinde ifade edilmiş şekli. Ünlülerin, toplumları etkileyen kişilerin özdeyişleri var, çoğu zaman yazarlar anlatmak istedikleri konuya giriş yaparken “ufuk açma” niyetine alıntı yaparlar.
Philip E. Humbert adlı bir psikiyatri profesörü, “İnsanlara mutlu yaşamın anahtarını 10 kuralda toplayacak olsam, hangi deyişleri seçerdim” diye kapsamlı bir çalışma sonrası aşağıdaki listeyi oluşturmuş.
Philip E. Humbert adlı bir psikiyatri profesörü, “İnsanlara mutlu yaşamın anahtarını 10 kuralda toplayacak olsam, hangi deyişleri seçerdim” diye kapsamlı bir çalışma sonrası aşağıdaki listeyi oluşturmuş.
1. Kendini tanı (Sokrat)
Kendi içinde yolculuk yap. Günlük tut. Kalbin, gönlün, vicdanın ne diyor? Neyi öne çıkartıyor? Dünyaya bilinçli bakmanın yolu başta bu iç yolculuktan geçiyor.
2. Olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol. (Mevlana)
Dürüst ol, adil ol, hakça düşün. İçinden gelen sesin öne çıkardığı değerleri koru. Hayatta bir şeyleri korumak için ayakta kalmazsan her şey seni düşürür.
3. En yukarda aşk var. (Aziz Paul)
Sesi müziğe dönüştüren aşktır. Aşk olmazsa, sevgi ilişkileri yoksa, ihtimam eksikse hayatın kuru bir daldan farkı kalmaz.
4. Dünyayı hayal gücü döndürür. (Albert Einstein)
Yaptığımız her şey hayal kurarak başlar. Hayat – herkes için – hayalleri gerçekleştirmek ve yapabileceğinin en iyisi, olabileceğinin en güzeli peşinde gitmektir. Bobby Kennedy’nin sözü gibi : “Diğerleri dünyaya bakıyor ve “Neden” diye soruyor. Ben bambaşka bir dünya düşünüyor ve “Neden olmasın” diye soruyorum.
5. Fazla güzellik göz çıkarmaz. (Mae West)
Güzel hayat doya doya yaşanır. Mutluluk paylaşılır, hayatı sevme hissi coşkuyla beraber gelir. Ruhun müziğinde “Haydi bastır, göster kendini” temposu vardır. Kibir değil, coşku !
6. Fırsatlar yakalandıkça çoğalır. (Sun Tzu)
Başarı cesaret ister, başlangıçtaki cesaret sonradan inanca dönüşür. İnanç insanlığa daha iyi hizmet arzusuna dönüştüğünde fırsatlar yelpazesi yukarı bir seviyede tekrar açılır.
7. Ya yap ya yapma. Denemek yok! (Yoda-Yıldızlar Savaşı)
Hayat seri hareket, karar ve kararlılık gerektirir. Tereddütte kalanlar geride kalır. Hayatın üstüne gitmezseniz hayat sizin üstünüze gelir.
8. Mükemmellik, ekleyecek bir şey kalmadığında değil, alınacak bir şey kalmadığında oluşur. (Antoine de St. Exupery)
Hayatınızı basitleştirin. Basite indirge, indirge, bir kere daha indirge... O zaman ne kalıyor, ona bak. İstekler listenizi kısa tutun. Kısa tutun ki focus edebilesiniz. Güneş ışığına büyüteç tutmak gibi, odaklamazsanız hayatı yakamazsınız.
9. Kabiliyet yoksa sanatçı olmaz ama çalışılmadıkça kabiliyet hiçbir işe yaramaz. (Emile Zola)
Ancak akıllı, bilinçli ve odağı şaşmayan çabalar sonrası olası potansiyelin yapabilecekleri gerçekleşir. Elması yontmadıkça elinizde sadece bir taş parçası vardır.
10. Hayatı yaşamanın iki yolu var. Biri hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak ... Diğeri her şey mucizeymiş gibi yaşamak... (Albert Einstein)
Şükretmeyi unutmamak gerek !
Murat Birsel (İzlenimler).
Duvar Yazıları
Kendime hiç güvenim kalmadi,
Dün cüzdanimdan gene para çaldim
-----
-----
Hayat yokusunu tirmanirken, karsilastiginiz insanlara iyi davranin
çünkü iniste yine onlarla karsilasacaksiniz!!!
-----
-----
Yarinlar güzel olacak diyorlar
ama bugünlerde dünlerin yarinlari degilmi
-----
-----
Otobüsü temiz tut, biletleri camdan disari at!
-----
-----
Lütfen yerlere tükürmeyiniz
Yüzlerine tükürülecek çok insan var..
-----
-----
Spor dostluk ve kardesliktir
Bunu anlamayana basacaksin sopayi,
-----
-----
Babama degerimi sordum"dünyalar kadar"dedi
Dünya' nin degerini sordum"bes para etmez"dedi...
-----
-----
Bir daha kumar oynamayacagima
Bahse girerim...
-----
-----
Vicdaninizin sesine kulak verin
Güzelse kaset yaparsiniz...
-----
-----
Iki yüzlü olmanin zor yanlari var...
Iki günes gözlügü tasimak gibi...
-----
-----
Hersey üstüne üstüne geliyorsa
sen ters yola girdin demektir...
-----
-----
Dünya barisina sahip çikin ...
Karsi çikanlarla ölümüne savasin...
-----
-----
Koç kesmeye gücüm yetmiyor
Kan kirmizi bir karpuz kesecegim...
-----
-----
Elektrigi Edison buldu
Faturayi biz ödüyoruz..
-----
-----
Asla sifonu çekmeyin
Insanliga yaptigi katkiyi herkes görsün...
-----
-----
Bildigim tek sasmaz kural
Bütün kurallarin sastigidir!
-----
-----
Hayatin tadina bak.
Bok gibi...
-----
-----
Bitkisel hayati seçti,
Maksat yesillik olsun !..
Grup İlişkileri
1) Grup Zihni Yaklaşımı:
Le Bon, 1870'te Paris'e çıkan halk ayaklanmalarından hareketle grubu kalabalık şeklinde ele almıştır. Ona göre bu durumda bilinçli şahsiyet ortadan kalkar, bütün bu kişilerin fikirleri ve hisleri bir tek yöne çevrilir. Geçici fakat pek açık özellikler gösteren kolektif bir zihniyet ortaya çıkar. Grup zihniyeti bireylerin normalde kontrol altında tuttuğu bilinçsiz dürtüleri ön plana çıkartır. Kişiler kalabalık içerisinde hareket ve hislerini karşılıklı taklit etmek suretiyle çok kısa zamanda coşkun ve önü alınmaz bir hareketin içerisine girebilirler.
Mc Dougell'a göre ise, düzene girmiş bir grup kolektif iradenin, yaşantının ve görev dağılımın ortaya çıkışı ile bireyin fakülteleri olan benlik bilincini, iradesini, amaca yönelik hareketini, mantıklı ve işbirliği halinde davranma kapasitesini geliştirir.
2) Bireysel Yaklaşım:
Floyt Alport'a göre grup bireysel hakikatların bir kümesi, bütün oluşturan parçaların bir toplamıdır. Ona göre grup yoktur. Sadece insanlar vardır; insanlar doğaldır ki, grup içerisinde tek başına olduklarından farklı şekilde davranabilirler.
3) Kogritif Yaklaşım:
(Şerif, Asch, ve Lewin) Kendilerine göre grubun işleyişinde psikolojik ve sosyal süreçler arası bir etkileşim söz konusudur ve birey ise grup ortamı içerisinde psikolojik olarak değişim gösterir. Kişinin davranışı sosyal bir bütünün parçası olarak algılanır. Dolayısıyla bu bütünün içerisindeki kişinin davranışlarını doğru bir şekilde inceleyebilmek için onun diğer kişilerle olan ilişkilerine bakmak gerekir. Grup üyeleri birbirleriyle olan ilişkileri bir bütün oluşturmak üzere algısal olarak yapılandırılır. Bu surette her üye bir diğer üyeyi etkiler ve her hangi bir üyenin özelliği de bu sistem içerisindeki üyeliği ile tayin edilir.
4) Sosyal Kimlik Yaklaşımı:
Bu görüşe göre (Tajtal ve Turner) grubun her üyesinin sosyal benlik kavramlarında o grubun temsil edilmesinin yanında, bir şahsın yaşadığı sosyal ortamda, ait olduğu bir çok çeşitli gruplardaki üyelikleri de şahsın sosyal kimliğinde temsil edilir. Bu da kişiyi sadece bireysel şahıs olmaktan çıkartan, onun çeşitli sosyal ortamlardaki davranışlarını açıklayabilen bir kavramdır.
GRUBUN OLUŞUMUNDAKİ SÜREÇLER
1-Karşılıklı birbirine bağımlılık ve şahıslar arası çekicilik
2-Teorik ve deneysel yetersizlikler
3-Sosyal kimlik yaklaşımı
GRUBUN YAPISI
Grup üyelerinin grup içerisindeki karşılıklı çekicilikleri, onlara benzer görüşleri ve ortak hedefleri algılayıp geliştirmek üzere motive eder. Ama aynı tutumlara sahip olsalar da bütün üyelerin aynı tarzda hareket ettiği söylenemez.
a) Mevki:
Grup içerisindeki her üye farklı ölçüde sevilir veya ona saygı gösterilir. Homens'e göre bir üye gruptaki diğer üyeler tarafından olumlu değerlendirildiği sürece olumlu yönde rütbe alır. Fikir ve faaliyetleri başlatma eğilimi ile olumlu değerlendirilme birer mevki belirleyicisi olarak hemen her zaman bir birleriyle yüksek bir korelasyon içerisindedir. Yapılan araştırmalar neticesinde bir grup içerisinde iki tip liderin ortaya çıktığı görülmüştür:
1- Sosyal-duygusal lider
2- İşle ilgili lider
Sosyal duygusal liderler, her hangi bir üyeden daha fazla olumlu duygusal davranışlar başlatmaktadır. Espri yapıp, gülerek memnuniyetini ifade edip gruptaki gerginliği azaltmakta ve diğerlerine yardım edip ödüllendirerek grup içerisindeki birliği sağlamakta, bu grubun fikirlerine katılmaktadır.
İşle ilgili lider ise görev ile ilgili işleri başlatmaktadır. Genellikle sosyal-duygusal lider tipinin diğer üyelerden daha fazla sevildiğine; işle ilgili uzman liderin ise işin bitirilmesine en fazla katkıda bulunan üye olarak idrak edildiği gözlemlenmiştir.
b) Roller:
Rollerin farklı olması iş bölümünün sağlanması içindir. Derneklerde başkan, sekreter vb. gibi. Rollerin bir başka işlevi de grubun varlığına düzen getirmesidir. Ayrıca rollerin kendimize ait benlik tarifimize şekillendirme yönü de vardır.
c) Normlar:
Norm bir sosyal birimin üyeleri için kabul edilebilir ve edilemez olan tutum ve davranışların yayılımını tarif eden bir değerler ölçeğidir.
Norm, grubun var oluşunu düzenler. Gruplar açıkça tarif edilmiş olan hedeflerini geliştirdikten sonra normlar kaçınılmaz bir şekilde grubun hedefe ulaşmasını kolaylaştıran hareketleri ve bunu engelleyici davranışları kırar.
d) Liderler ve Liderlik:
Liderlik, grubun üyeleri arasındaki hem mevki hem de davranışsal farklılıkları kapsar. Bir lider grubuna rehberlik eder ve grubun davranışını kolaylaştırır. “Liderleri lider yapan onları diğer insanlardan ayıran vasıftır” Bir yaklaşıma göre bir çerçevede en etkili lider, o çerçeve içerisinde grubunu hedeflere ulaştırmada en iyi şekilde techizatlanmış olan kişidir. (Brown)
Lippite ve White, liderlikte liderin kim olduğundan çok liderin nasıl davrandığı önemlidir görüşünü savunur. Karşımıza üç lider tipi çıkmaktadır:
1-Otokratik davranan lider: Etrafındakilere ne yapması gerektiğini söyleyen, gruba soğuk davranıp, yapılan iz üzerinde yoğunlaşan lider.
2-Demokratik davranan lider: Grup içerisindeki bütün karar ve faaliyetleri üyelerle tartışma ortamı getirmiş ve üyelerin kendi çalışma eşlerini kendilerinin seçmesine izin vermiştir.
3-Sembolik lider: Grubu kendi haline bırakmış ve çok az araya girmiştir.
Yapılan araştırmalarda demokratik liderler diğer iki tip liderlerden daha çok sevilmiştir. Bu gruplarda hava çok arkadaşça, grup merkezli ve kabul edilebilir oranda verilen işle meşgul olma eğilimi göstermiştir. Otokratik liderlerin olduğu gruplarda üyelerin daha saldırgan, lidere daha fazla bağımlı ve yapılacak işten ziyade kendileriyle meşgul oldukları görülmüştür. Sembolik liderin olduğu gruplarda liderler oldukça sevilmekte üyeler birlikte iş yapmaktan ziyade oyun oynamışlardır.
Ortaya çıkarılan işin ölçüsü açısından da farklılıklar görülmektedir. Otokratik liderin olduğu gruplar en fazla çalışan gruplar olmakla beraber bu çalışma temposu liderin bizzat bulunduğu şartlarda görülmüştür. Lider ortamı terk ettiği zaman hemen hemen hiç iş yapılmamıştır. Demokratik liderin olduğu gruplar daha az üretken olmakla birlikte liderin yokluğundan pek etkilenmemiştir. Sözde liderin olduğu gruplarda ise liderin odayı terk ettiği zamanlarda üretkenliğin arttığı gözlenmiştir.
Sosyal Etki: Bir insanın bir başka insanın yargı, tutum ve fikirlerine maruz kalması sonucu tutum ve fikirlerinde, yargılarında ortaya çıkan değişikliklerdir.
Normatif Sosyal Etki: Kişinin, bir başka kişinin kendisiyle ilgili olumlu beklentilerine uyum göstermesidir.
Azınlığın Etkisi: Azınlıklar, grubun baskısına maruz kalan basit birer pasif temsilci değildirler. Faal temsilciler haline gelebilirler. Dolayısıyla sosyal etki üst üste gelen iki yönlü bir süreç olarak ele alınmalıdır. Gruptan sapan kişi hem çoğunluğun etkisi altında kalmakta hem de çoğunluğu etkileyebilmektedir.
Sosyal Karşılaştırma Teorisi: Kutuplaşamaya sebep olan kişinin kendisiyle diğerleri arasında yaptığı kıyaslamadır. Eğer kutuplaşmanın temelinde olumlu değerlendirilen bir uca doğru kayması söz konusu ise bu olumlu değerlendirilen ucun daha da belirgin hale getirilmesi kıyasların miktarını aktaracaktır.
İkna Edici Tartışma Teorisi: Grup tartışması esnasında üyelerce ortaya bir takım görüşler, iddialar atılır. Tartışma ilerledikçe bunlar ortaya çıkıp belirginleşecektir ve her üye o sırada tartışmaya hakim olan görüşü destekleyen fikirlerle ve bu fikirlerin sayısı kadar çok olmasa da onlara zıt bir kaç görüşle aşinalık kazanıp tanışacaktır.
Sosyal Kimlik Teorisi: Grup kendi içerisinde tartışırken aynı konuda tartışan bir başka grupla karşılaştığında grubun üyelerinin kimliği ön plana çıkar. Bu da grup içi normların öteki grubun normlarından daha belirgin bir şekilde farklılaşmak için abartılı bir hale gelmesine yol açar.
Grup Halinde Düşünmenin Sebepleri:
1- Üyelerin grubun doğru karar alacağına dair tartışılmaz inanç duyması.
2- Grubun baskısı
3- Grubun ortak görüşünden sapanların kendi kendilerini sansür etmesi. Fikirlerini toplantı esnasında bildirmemeleri.
4- Alınan kararların yegane geçerli karar olduğu ilizyonu üyelerin diğer başka ihtimalleri göz ardı etmelerine yol açar.
Gruplar Arası Davranış:
Şerife göre gruplar arasındaki davranışı belirleyen etmen, grupların elde etmek istedikleri hedefe yönelik davranışlardır. Bir arada olucu davranışlarla kişiler grup üyeliğiyle hareket ederek bir başka grubun üyeleriyle rekabete girer ve tarafgirlik düşüncesi yerleşir.
Kişiler kendilerini ait oldukları gruplara göre tanımlayıp değerlendirirler. Grup, üyelerin kimlik imajlarını korumak için değer yüklenmiş karşılaştırma boyutunda kendini diğer bir grupla karşılaştırabileceğini algıladığı zaman kendini diğer gruba göre daha olumlu bir şekilde farklılaştırmaya çalışır.
Gruplar Arası Çatışmanın Azaltılması:
Yapılan araştırmalara göre gruplar arası ayırt ediciliğin ve rekabet edici davranışın gelişimi için gerekli ve yeterli şartın sosyal kategorizasyon olduğu insanları iki farklı grup halinde sınıflamanın grup içine grup dışından daha fazla tarafgir olma davranışını ortaya çıkarır. İnsanları birbirinden farklı iki grup halinde sınıflamak, grup içinde algılanan benzerliklerin ve gruplar arasında algılanan farklılıkların ön plana çımasını sağlayacaktır.
Sabit Oranlar ve Katlı Oranlar Yasası
Sabit ve katlı oranlar yasasını incelemeden önce, Atomla ilgili bilimsel çalışmaların tarihi seyri hakkında kısa bilgi sunmak daha aydınlatıcı olacaktır.
19. yy’a gelindiğinde fizikçilerin ilgi alanı hala kuvvet, itim ve çekimdi. Yani fizikçilerin atoma pek gereksinimi yoktu. Ya kimyacılar? Kimyasal tepkimeleri anlamaya çalışan kimyacılar atom daha çok ilgi duyuyordu. Gerçekten 19. yy’da atom kuramının canlanmasını sağlayanlar kimyacılardı.
Şöyle soralım: Dalton, 19. yy başında,1803’te, “atomun varlığı”nı ileri sürerken kanıt olarak neleri göstermiştir? Bunu kavrayabilmek için kimyanın temel birleşme yasalarını anımsamalıyız. Çünkü John Dalton (1766-1844) “atomun varlığının kanıtları” olarak bu yasaları göstermiştir. Bunlar kütlenin korunumu,sabit oranlar ve katlı oranlar yasası adıyla bilinir.
19. yüzyıl, aslında atomla açıldı. John Dalton, 1803-8 arasında atomun varlığının kanıtlarını açıkladı ve bilimsel anlamdaki ilk atom kuramını geliştirdi. Dalton, kimyasal tepkimelerdeki kütlenin korunumu (Lavoisier ve Lomonosov), bileşiklerin oluşmasında sabit kütle oranının varlığı (Joseph Proust), katlı oran yasası(John Dalton) gibi denel sonuçları başarıyla yorumladı ve bu sonuçların (yasaların) ancak atomun varlığıyla kavranabileceğini gösterdi.
Joseph Proust ise 1799’da yaptığı bir yayında kimyanın diğer büyük bir yasasını açıkladı. Buna kimyacılar, sabit kütle oranları yasası der. Bu yasa şöyle der: Belirli bir bileşiği oluşturan elementler, daima belirli ve sabit olan bir kütle oranında birleşir. Örneğin su oluşurken diyelim 30 gram hidrojen ile 70 gram oksijen ya da başka bir oran değil;ama daima kütlece yüzde 11.19 hidrojen ve yüzde 88.81 oksijenden oluşur.
1803’te John Dalton, katlı oranlar yasası denen yasayı buldu. Bu yasa sabit oranlar yasasının atomik oran düşüncesine daha kesin bir destek veriyordu. Çünkü iki element arasında iki ve daha çok bileşik oluşuyorsa,elementlerden birinin kütlesi sabit tutulduğunda onunla birleşen ikinci elementin kütleleri arasında basit tam sayılı bir oran vardı. Buradaki kütle terimleri atomları anlatıyordu. “Basit, tam sayılar” atomların oranıydı. İşte Dalton’un vardığı sonuçlar:
1. Her element atom adı verilen çok küçük ve bölünemeyen taneciklerden oluşmuştur. Atomlar kimyasal tepkimelerde oluşamazlar ve bölünemezler. “Atomu parçalayacak adam yoktur” diye de ekleyivermişti. Kimyacıların da hata yaptıkları bir gerçektir!
2. Bir elementin bütün atomlarının kütlesi (ağırlığı) ve diğer özellikleri aynıdır. Fakat bir elementin atomları diğer bütün elementlerin atomlarından farklıdır.
3. Kimyasal bir bileşik iki ya da daha çok sayıda elementin basit sayısal bir oranda birleşmesiyle oluşur. Örneğin bir atom A ve bir atom B, AB ya da bir atom A ile iki atom B yani AB2.
18.yy kimyacılarının en büyük başarılarından biri, atmosferin homojen bir ortam olmadığını, oksijen ,azot (nitrojen), su buharı ve belki de başka şeylerin oluşumundan oluştuğunu keşfetmeleriydi. Ama atmosferin değişmez bir bileşim olduğu anlaşılınca,bütünlüğü ve kalıcılığına ilişkin sorular anlamsızlaşıyordu. Bununla birlikte.Dalton, atmosferin yoğunlukları farklı olan üç ya da daha fazla esnek akışkandan oluştuğunu öne sürünce,aynı orular yeniden ele alınabilirdi.
En yoğun gaz üstte ve en seyrek gaz altta olmak üzere niçin ayrı düzeyler oluşmuyordu? Bir Newtoncu olan Dalton, Principia’yı açtı ve orada Newton’ın ‘atmosfer,birbirini iten küçük parçacıklar ya da atomlardan oluşur’ dediğini gördü. Dalton buna ‘bir atom kendi türünden olan atomu itmez, başka tür atomları iter’ varsayımını ekledi. Zafer kazanmış tavrıyla sonuca varıyordu: “ Bu, gazların spesifik çekimleri ne olursa olsun bir gazın diğerinin içine işlemesi içindir.”
Dalton, atom kuramına asıl özgün katkısını henüz yapmamıştı. Bunlar yine belirli bir bilimsel sorundan ötürü ortaya çıkıyordu. Geleneksel atomcular ,atomun biçimi ve boyutları üzerinde yoğunlaşmaya eğilimliydiler. Ne var ki bunun,şu soruyu sorarken Dalton’a pek yardımı dokunmayacaktı: “Niçin su diğer gazlar gibi kütlesini kabul etmiyordu? “ Niçin su,örneğin azot oksiti,nitrojen ya da hidrojenden daha fazla miktarlarda içine alıyordu? Dalton’a göre bunun nedeni tepkimenin, ‘çeşitli gazların temel parçacıklarının sayısına ve ağırlığına bağlı olmasıydı’,en hafif olan en az soğurulabilendi. Bu, Dalton’I atım ağırlıklarıyla ilgilenmeye yöneltmeye yetmişti. Dalton, önceki birkaç varsayıma dayanarak,oksijen ve hidrojen elementlerinin görece ağırlık oranlarının 7:1 olduğu sonucuna vardı ve bu temele dayanarak kimyasal bileşimin temel yasaları üzerinde çalışmaya başladı.
Buna karşın atomculuk, kimyacılar arasında bile dikkate değer bir direnişle karşılaştı. Birçok bilgin,kimyager ve filozof,algılanamaz ve bölünemez parçacıkların varlığını kabul edemiyordu.William Whewell, Philolosophy of the Inductive Science ( 1840) çalışmasında bunun bilimin, kimyasal deneyimin sonucu değil, metafiziğin sonucu olduğunu iddia ediyordu:
“ Ama eğer atomik kuram öne sürülecekse.. ki buna göre kimyasal elemetler bölünemeyen parçacıklardan oluşmaktadır,şunu belirtmeden geçemeyiz ki, kimyasal araştırma bunu kanıtlamamıştır ve hatta hiçbir doyurucu kanıt ortaya koyamamıştır.”
Benzer biçimde büyük kimyacı F.A. Kekule 1867’de şöyle direnebiliyordu: “Atomların varolup olmadığı sorusu kimyasal bakış açısıyla hiçbir önem taşımamaktadır;bu tartışma metafiziğe ait bir tartışmadır.”
Kimyagerlerin atomculuğa olan bu açık kayıtsızlıklarının bir nedeni de kimyasal tepkimeleri açıklamanın,kimyasal denklemlerin dili gibi başka yollarının da olmasıydı. Dönemin ders kitaplarında örneğin denklem tabloları şöyle sunuluyordu:” Kimyasal denklemler yalnızca birbirine bağlanan maddelerin göreli niceliklerini temsil eder.” Ya da bir bilim sözlüğünde açıklandığına göre şöyleydi: “ Nesnelerin,bileşimindeki yerleri değiştirildiği zaman eşit olabildikleri söylenmektedir.”
Örneğin:” Deneyler sonucunda… Çeşitli metallerin değişik ama belirli ağırlıklarının birbirinin yerine geçebildikleri anlaşılmıştır. Cıva ağırlığından 100 ölçü,31.7 bakır, 32.5 çinko ve 1 ölçü hidrojen 35.5 ölçü klorla yaptıkları bileşimde birbirlerinin yerine geçme durumundadırlar.”
Böylece Dalton ve diğer atomcular ikili bir bileşik olan suyu,bir hidrojen atomu ve ondan yedi kat daha ağır bir oksjen atomunun oluşturduğunu düşünürken,diğerleri oksijen ağırlığında yedi birimin bir birim hidrojenle birleşerek birim su oluştuğunu düşünüyorlardı. Belki de kolaylık olsu diye oksijen ve hidrojen atomlarından söz edilebilirdi ama ısrar edildiğinde bunun yalnızca kimyasal deneylerden söz etmenin daha kolay bir yolu olduğunu söylerlerdi.
Sabit Oranlar Yasası
1799 yılında Proust elementler birbirleri ile bileşik oluştururlarken belli oranda birleştiklerini buldu. Bugün sabit oranlar yasası olarak bilien yasaya göre “bir element başka bir elementle birleşerek bileşik oluşturduklarında bileşik içindeki elementlerin kütleleri oranı sabittir”. Buna göre; bir bileşik örneğin suyun 18 gramında 16 gram oksijen varken geri kalan 2 gramı hidrojendir. 9 gram su alınırsa bunun 8 gramı oksijen ve 1 gramı hidrojendir. Bu oran suyun ne şekilde elde edilmiş olura olsun kesinlikle değişmez.
Özetle: Bir bileşiği oluşturan atomların ağırlıkları arasında değişmez bir oran vardır.Bu orana göre fazla olan miktar tepkimeye girmeyip artar.Sabit oranlar yasası bir bileşiğin ağırlıkça % yüzde bileşimi sabittir diye de tanımlanır. Başka bir ifadeyle, Bir bileşiği oluşturan atomların ağırlıkları arasında değişmez bir oran vardır.Bu orana göre fazla olan miktar tepkimeye girmeyip artar.Sabit oranlar yasası bir bileşiğin ağırlıkça % yüzde bileşimi sabittir diye de tanımlanır.
Örnek:
Karbon ve hidrojenden oluşmuş bir bileşiğin 0.058537 g karbon ve 0.019512 g hidrojen olarak belirlenmiştir. Eğer aynı bileşikten alınan yeni örnek içerisinde 0.12 gram karbon bulunduğuna göre hidrojen kütlesinin ne kadar olmasını beklersiniz?
Çözüm :
Sabit oranlar kanununa göre bileşik içindeki elementlerin kütleleri oranları korunacağına göre 0.12 g. karbon kütlesine karşın bileşik içindeki hidrojen kütlesi;
Sodyum klorürün 0.243 g. gramlık örneğinde 0.1491 g. klor bulunduğu görülmüştür. 0.595 gram örnek kullanılmış olsaydı. Bileşik içindeki klor ve sodyum miktarının ne kadar olacağını hesaplayınız.
Çözüm :
Katlı Oranlar Yasası
Yasa 1804 yılında John Dalton bulmuştur. Bileşiklerde elementler arasındaki kütle oranının korunmasına karşın bazen aynı elementlerin birbirleriyle birleştiklerinde farklı özellikler gösteren bileşikleri oluşturduğu gözlenmiştir. Örneğin karbon ve oksijenin birleşmesiyle özellikleri tamamen birbirinden farklı karbondioksit ve karbonmonooksit diye adlandırlan iki farklı ürün meydana gelir. Karbonmonoksit oldukça zehirli bir gazken karbondioksit soluk alıp verirken dışarı attığımız zehirli olmayan bir gazdır ve yeşil bitkilerin yaşamını sürdürmesi için gereken en temel elemanlardan biridir. Aslında oksijen ile hidrojenin birlikte oluşturdukları birbirinden farklı 2 form vardır. Biri bildiğimiz su, diğeri hidrojenperoksittir.
Hidrojenperoksidin yaklaşık %3 lük su ile seyreltilerek hazırlanmış çözeltisi eczanelerde oksijenli su olarak satın aldığımız ticari üründür. Ve özellikleri kesinlikle sudan çok farklıdır. Yalnızca karbon ve hidrojenden oluşmuş bileşiklerin sayısını ise tam olarak söylemek çok kolay değildir. Bütün bu karmaşaya karşın Dalton şunu fark etti. “Eğer bir element bir başka element ile birden fazla bileşik oluşturabiliyorsa elementlerden birinin sabit miktarı ile diğer elementtin değişen miktarları arasında basit ve tam sayılarla ifade edilebilen bir oran vardır.” Örneğin karbondioksit-karbonmonoksit örneğine geri dönersek, 44 karbondioksitte 12 gram karbon ve 32 gram oksijen vardır. Karbonmonooksidin 28 gramında ise 12 gram karbon ve 16 gram oksijen vardır. Heriki bileşikteki karbon miktarı 12 gramı için birinde 32 diğerinde 16 gram oksijen vardır. Birinci bileşikteki oksijen kütlesinin ikinci bileşiktekine oranı 32/16=2 dir. Bu dalton’a Kendi adıyla anılan Dalton Atom Teorisi fikrini verdi.
Özetle: İki element birden fazla bileşik yapıyorsa;birini aynı miktarı ile birleşen diğer elementin miktarları arsında tam sayılarla belirtilen bir oran vardır.Katlı oranlar kanunun en önemli sonucu kimyasal tepkimelerde atomun parçalanmamasıdır. Başka Bir ifadeyel İki element birden fazla bileşik yapıyorsa;birini aynı miktarı ile birleşen diğer elementin miktarları arsında tam sayılarla belirtilen bir oran vardır.Katlı oranlar kanunun en önemli sonucu kimyasal tepkimelerde atomun parçalanmamasıdır.
Örnek:
1. Kükürdün florla birbirinden farklı iki bileşiği için aşağıdaki sonuçlar bulunmuştur. Bu verilere göre bu iki bileşiğin katlı oranlar kanununa uyup uymadığını tartışınız.
Çözüm :
Bu bileşiklerin katlı oranlar kanununa uyup uymadığını tespit etmek için II. Bileşiği 0.447 gram kükürt içeren örneğinin kaç gram flor içeriği;
0.447 g kükürt içeren I. Ve II. Bileşik içindeki flor kütleleri oranı;
Bu iki bileşiği daha sonra SF4 ve SF6 formülleri ile göstereceğiz.
Silisyum klorür bileşiklerinde sırasıyla % 83.36, % 78.98 ve % 76.97 O bulunmaktadır. Bu bileşiklerin katlı oranlar yasasına uyduğunu gösteriniz.
Çözüm : 100 gramlık Silisyumun 3 farklı klorürlü bileşiği için aşağıdaki tobloyu düzenleyebiliriz.
I. Bileşik
II. Bileşik
III. Bileşik
Silisyum Klorür
16.64 g.
21.02 g.
23.03 g.
Oksijen Kütlesi
83.36 g.
78.98 g.
76.97 g.
II. ve III. Örneklerin 16.64 g. Silisyum bulunduran örneklerdeki oksijen kütlesi;
8. ULUSAL KİMYA OLİMPİYATLARI 1. AŞAMA SORULARI
1. Br- iyonunun elektron dizilişi enerji seviyelerine göre yazıldığında en son eklenen elektronun dört kuvant sayılarının her birisi aşağıdakileden hangisidir?
n l ml ms
a. 3 0 0 +1/2
b. 3 1 -1 -1/2
c. 4 2 0 +1/2
d. 4 1 -1 -1/2
e. 4 2 -1 -1/2
2. Sulu sodyum klorür, NaCl (su), elektrolizi için aşağıdakileden hangisi yanlıştır?
a. Elektroliz ürünleri Cl2, H2 ve NaOH dir.
b. Anotta Cl- yükseltgenerek Cl2 gazı oluşur.
c. Katotta Na+ indirgenerek Na metali oluşur.
d. Su indirgenerek H2 gazı ve OH- iyonuna dönüşür.
e. Oluşan H2 ve Cl2 birbirleriyle karışırsa, hızlı bir tepkimeyle HCl oluşur.
3. İdeal bir çözelti 4 mol A ve 6 mol B sıvıları karıştırılarak elde ediliyor. Bu sıvılardan saf A nın 20 oC deki buhar basıncı 112 mm Hg ve saf B nin ise 94 mm Hg dır. Elde edilen sıvı karışımın 20 oC de üzerindeki buharında B nin mol kesri nedir?
a. 0.44
b. 0.60
c. 0.40
d. 0.36
e. 0.56
4. Kapalı bir kap içerisine eşdeğerde mol sayısı CO(g) ve H2O(g) konularak sıcaklığı 500 oC ye getiriliyor. Bu anda kabın içindeki toplam basınç 1 atm dir. Daha sonra tepkime başlıyor ve aşağıdaki denge oluşuyor.
CO(g) + H2O(g) CO2(g) + H2(g) Kp(500 oC) = 5.5
Denge durumunda CO2(g) nın kısmi basıncı kaç atm dir?
a. 1.00
b. 0.85
c. 0.70
d. 0.45
e. 0.35
5. Endüstride bakır elektroliz yöntemiyle saflaştırılıyor. Eğer böyle bir elektroliz, 400 miliamper ve 2.0 volt gerilimle 15 saat süreyle yapılırsa katotta kaç gram bakır Cu2+ den Cu haline dönüşürek toplanır?
a. 14.22
b. 7.11
c. 3.56
d. 1.98
e. 0.14
6. Aşağıdakilerden hangisi temel (başka birimlerden türetilmeyen) uluslararası kabul edilen bir birim DEĞİLDİR?
a. Kilogram
b. Newton
c. Saniye
d. Metre
e. Amper
7. Doğada bulunan brom elementinin izotoplarından bir tanesinin kütlesi 78.9183 ve bolluk yüzdesi 50.64, diğerinin kütlesi ise 80.9163 ve bolluk yüzdesi 49.36 dür. Buna göre doğadaki bromun ortalama atom ağırlığı nedir?
a. 79.1836
b. 79.5673
c. 79.8954
d. 79.9045
e. 79.9173
8. Eğer 25 mL 0.02M Na3PO4 çözeltisi 40 mL 0.03M CaCl2 çözeltisine eklenirse kaç gram Ca3(PO4)2 çökelir?
a. 0.079
b. 0.158
c. 0.372
d. 0.017
e. 0.062
9. Elektron dizilişi 1s2 2s2 2p6 3s2 3p6 3d10 olan element veya iyon aşağıdakilerden hangisidir?
a. Zn
b. Cu+
c. Ni2+
d. Fe3+
e. Ga
10. Aşağıdakilerden hangisi YANLIŞTIR?
a. Sıvıların sabit hacimleri vardır ve bulunduğu kabın şeklini alır.
b. Gazlar bulunduğu kabın tamamını doldurur ve şeklini alır.
c. Katıların ısıtılarak doğrudan gaza dönüşmesine sublimleşme denir.
d. Her madde için belli bir sıcaklık ve basınçta katı, sıvı ve gaz fazları dengede bulunur.
e. Katı haldeki her madde ısıtılıp sıvı hale dönüştürüldüğünde hacmi artar.
11. Bir çözelti 40 mL 0.060M AlCl3 ve 60 mL 0.020M KCl karıştırılarak elde ediliyor. Çözelti homojen olduğuna göre Cl- iyonünün çözeltideki molar derişimi nedir?
a. 0.036
b. 0.048
c. 0.054
d. 0.084
e. 0.096
12. Azot ve oksijenden oluşan gaz halindeki bir bileşik %30.4 azot ve %69.6 oksijen içermektedir. Bu gazın normal koşullardaki yoğunluğu 4.11g/L olduğuna göre molekül fomülü nedir?
a. NO
b. NO2
c. N2O4
d. N2O5
e. N3O6
13. Aşağıdakilerden hangisi bir kimyasal değişimdir.
a. Sütten yağ çıkarmak
b. Yollara tuz dökerek buzlanmayı önlemek
c. Baraj suyunu arıtarak içme suyu haline getirmek
d. Demirin paslanmasını önlemek için boya ile kaplamak
e. Ağaçtan sandalye yapmak
14. Katlı oranlar yasasını göz önüne alarak aşağıdaki bileşiklerin hangisinde oksijenin ağırlıkça yüzdesi en yüksektir.
a. NO
b. NO2
c. N2O
d. N2O5
e. N2O4
15. Normal şartlar altında ideal bir gaz için aşagıdakilerden hangisi YANLIŞTIR.
a. Bir molünün hacmi 22.4 litredir.
b. Sabit sıcaklıkta P nin 1/V ye karşı çizimi negatif eğimli doğru verir.
c. PV nin T ye karşı çizimi pozitif eğimli doğru verir.
d. Sabit sıcaklıkta PV nin P ye karşı çizimi, eğimi sıfır olan eğri verir.
e. Sabit hacimde P nin T ye karşı çizimi, pozitif eğilimli doğru verir.
16. Aşağıdakilerden hangisinin kaynama noktası en YÜKSEKTİR?
a. CH3CH2CH2CH2CH3
b. H2O
c. HOCH2CH2OH
d. CH3CH2OCH3
e. CH3CH2CHO
17. Hacmi ihmal edilen musluklu bir boru ile birbirlerine bağlı iki balon He gazı ile doldurulmuş. Balonlardan birisi 0 oC deki buz-su karışımı, diğeri ise 50 oC deki sıcak suya konulmuş. Birinci balonun (0 oC) hacmi 10 L ve içindeki basınç 600 mm Hg, ikincisinin ise hacmi 5 L ve basıncı 2 atm dir. Bu iki balonun her ikiside oda sıcaklığına (25 oC) getiriliyor ve aralarındaki musluk açılarak gazlar karıştırılıyor. Dengeye geldiklerinde balonlardaki ortak basınç atm cinsinden ne olur?
a. 1.92
b. 1.72
c. 1.51
d. 1.19
e. 0.84
18. Bir çözelti, 40 mL 0.030M CH3COOH (Ka = 1.8x10-5) çözeltisi ile 60 mL 0.020M NaOH çözeltisi karıştırılarak elde edilmiştir. Bu çözeltinin pH’ı nedir?
a. 5.59
b. 8.41
c. 3.33
d. 10.61
e. 7.23
19. Etan, C2H6 havada tam yandığında CO2 ve H2O verir. Aşağıda verilen bağ enerjilerini kullanarak, etanın yaklaşık yanma enerjisini kJ cinsinden hesaplayınız.
Bağ Enerji (kJ/mol)
C-C 348
C-H 413
C=O 799
O-H 463
O=O 495
a. –1415.5
b. +1415.5
c. –2617.0
d. +2617.0
e. –4241.5
20. Bir çözelt, 50 mL 1.000x10-7 M HCl ve 50 mL 1.002x10-7 M NaOH karıştırılarak elde edilmiş. Bu çözeltinin pH’ı nedir?
a. 2
b. 4
c. 7
d. 10
e. 12
21. 3MnO4- (su) + 5Cr(k) + 24H+ 3Mn2+ (su) + 5Cr3+ (Su) + 12H2O
Tepkimesi için aşağıdakilerden hangisi YANLIŞTIR?
a. İleri yöndeki tepkime asidik ortamda olabilir.
b. Tepkimede değişen toplam elektron sayısı 15 tir
c. Bu tepkime bir redoks tepkimesidir.
d. Tepkimede Cr(k) indirgendir.
e. MnO4- beş elektron alarak Mn2+ ye yükseltgenmiştir.
22. Aşağıdakilerden hangisinde en fazla atom vardır
.
a. 0.64g SO2
b. 1x10-4 mol O3
c. 3x1020 molekül CH4
d. 0.44g C3H8
e. 1.5x1021 atom He
23. Aşağıdakilerden hangisi YANLIŞTIR?
a. Karışımı oluşturan bileşenler yalnızca kimyasal yöntemlerle birbirlerinden ayrılabilirler.
b. Aynı cinsten olmayan atomların kimyasl bağlarla birleşmelerine bileşik denir.
c. Kimyasal yöntemlerle bozunarak daha basit maddelere dönüşmeyen saf maddelere element denir.
d. Birden fazla bileşiğin karışımıyla elde edilen karışımda, birden fazla faz varsa karışım heterojendir.
e. Homejen karışımlara çözelti denir.
24. Ca3(PO4)2 Bileşiğinde fosforun değerliği nedir?
a. +7
b. +5
c. +3
d. +1
e. –3
25. Aşağıdakilerden hangisi YANLIŞTIR?
a. Bir atomdaki toplam proton sayısına atom numarası denir.
b. Yüksüz bir atomda proton sayısı elektron sayısına eşittir.
c. Kütle numarası, proton ve nötron sayılarının toplamına eşittir.
d. Proton ve nötronları çekirdekte bir arada tutmak için gereken enerjiye çekirdek bağlama enerjisi denir.
e. Farklı atomlarda nötron sayıları aynı fakat proton sayıları farklı ise bu atomlara izotoplar denir.
26. Kireç taşı kapalı bir kapta 600 oC de ısıtılırsa aşağıdaki şekilde bozunur,
CaCO3(k) + ısı CaO(k) + CO2(g)
Denge durumunda CO2(g) miktarını artırmak için aşağıdaklerden hangisi yapılmalıdır?
a. CaCO3 miktarı artırılır
b. CaO miktarı artırılır
c. Ortamdaki CaO uzaklaştırılır
d. Sıcaklık artırılır.
e. Toplam hacim azaltılır.
27. 0.01M NH3 (Kb = 1.8x10-5) çözeltisinin pH’ı nedir?
a. 10.63
b. 8.64
c. 7.00
d. 5.34
e. 3.37
28. 10.0 g Ca ile 3.5 g Cl2 tepkimeye girdiğinde kaç gram CaCl2 oluşur?
a. 13.5
b. 11.0
c. 7.0
d. 5.5
e. 3.8
29. SrCO3 ün su çözeltisindeki çözünürlüğü 25 oC de 5.9x10-4 g/100mL dir. Buna göre SrCO3 ün 25 oC deki çözünürlük çarpımı, Kçç nedir?
a. 3.4x10-11
b. 1.6x10-9
c. 3.4x10-7
d. 4.0x10-6
e. 3.5x10-5
30. Aşağıdaki tepkime denkleştirildiğinde H+ nın katsayısı ne olur?
Cr2O72- + S2- + H+ Cr3+ + S + H2O
a. 1
b. 3
c. 6
d. 10
e. 14
31. Aşağıdaki tepkime için çizelgede verilen hız ölçümleri yapılmıştır.
A + B C
Ao, Molar Bo, Molar Hız, Molar/saniye
0.01 0.02 1x10-3
0.01 0.04 4x10-3
0.02 0.04 8x10-3
Bu tepkimenin toplam derecesi nedir?
a. 1
b. 2
c. 3
d. 4
e. 5
32. Bir Cu-Ag pilinin gerilimi 0.46 Volt ve Ag elektrodu katottur. Bu pilde
Cu2+ + 2e- Cu Eo = 0.34 Volt
Olduğuna göre gümüşün (Ag/Ag+) yükseltgenme gerilimi kaç volttur.
a. +0.80
b. +0.12
c. –0.80
d. –0.12
e. –1.20
33. Su içerisindeki 0.1 molal HX zayıf asit çözeltisinin donma noktası –0.189 oC dir. Bu asitin iyonlaşma yüzdesi nedir? Su için donma noktası sabiti Kd = 1.86 K/molal dır.
a. 2.8
b. 1.6
c. 1.1
d. 0.7
e. 0.2
34. Aşağıda verilen bileşiklerden hangisinin atomları arasındaki bağ en çok kovalent karektere sahiptir.
a. BeO
b. BF2
c. SO2
d. Na2S
e. KBr
35. Aşağıdakilerden hangisi YANLIŞTIR?
a. Alkali metaller tüm bileşiklerinde +1 değerlikli olurlar.
b. Hidrojen metallerle yaptığı iki elementli bileşenlerinde –1 diğer tüm iyonik bileşiklerinde ise +1 değerlikli olur.
c. Oksijen çoğu bileşiklerinde –2, peroksitlerde –1 ve süperoksitlerde –1/2 değerlikli olur.
d. Toprak alkali elementler hemen hemen tüm bileşiklerinde +2 değerlikli olurlar.
e. Halojenler bileşiklerinde yalnızca –1, +1 veya +3 değerlikli olurlar.
36. Aşağıda verilen atom ve/veya iyonların yarıçap artış sırasında hangisi DOĞRUDUR?
a. F- N3- Ca2+ C
b. N3- F- Ca2+ C
c. C Ca2+ F- N3-
d. Ca2+ C F- N3-
e. Ca2+C N3- F-
37. Dışarı ile sıcaklık değişimi olmayan bir termos içinde 75 oC deki 50 g su ile –10 oC deki 5 g buz karıştırılıyor. Dengeye ulaşıldığında sıcaklık kaç derece olur? (Su ve buz için özgül ısılar sırasıyla 4.18 J/g·K ve 2.06 J/g·K; buzun erime ısısı ise 6.001 kJ/mol dür)
a. 60.5
b. 13.0
c. 18.6
d. 21.4
e. 25.6
38. Aşağıdakilerden hangisi Dalton atom teorisinin söylediklerinden birisi DEĞİLDİR?
a. Elementlerin niteliklerini kayıp etmeden ayrılabilecekleri en küçük parçaya atom denir.
b. Aynı elementin atomları tamamen aynıdır ve diğer elementlerinkinden tamamen farklı özellik gösterirler.
c. Kimyasal tepkimelerde atomlar yok olmaz veya değişik yeni atomlar oluşamaz.
d. Bileşikler, değişik element atomlarının belirli oranlarda birleşmesiyle oluşurlar.
e. Atomlar, proton, nötron ve elektronlar içerirler.
39. Üç tane şişe içerisinde bulunan bütanın birincil, ikincil ve üçüncül alkollerinin etiketleri kaybolduğu için testler yapılarak tekrar etiketlenmesi isteniyor. Bunun için aşağıda yapılan test ve/veya çıkarılan sonuçlardan hangisi yanlıştır?
a. Her bir şişeden alınan örnekler asitli ortamda KMnO4 ile etkileştirilir. Tepkime veren örnek mavi turnusol kağıdını kırmızıya çevirir ise bu birincil alkoldür.
b. KMnO4 ile tepkime vermeyen örnek üçüncül alkoldür.
c. Örnek, KMnO4 ile tepkime verir, Fehling çözeltisine duyarsız kalır fakat iyot ile bazik ortamda iyodoform testi verir ise bu örnek ikincil alkoldür.
d. Örnek sodyum metali ile vakum altında tepkime vererek hidrojen gazı açığa çıkarır ise bu örnek birincil alkoldür.
e. Örneklerin kaynama noktaları farklılık gösterir. En yüksek sıcaklıkta birincil sonra ikincil ve en düşük sıcaklıktada üçüncül alkol kaynayacaktır.
40. 14C için yarı ömür 5730 yıldır. Bulunan tarihi bir ağaçtan yapılmış masanın içindeki radyoaktif 14C izotopunun %80 inin bozunduğu saptanmıştır. Buna göre bu masa kaç yıl önce yapılmıştır?
a. 1845
b. 8593
c. 10213
d. 11460
e. 13307
41. Aşağıdakilerden hangisi K3CoCl6 nın doğru isimlendirilmesidir?
a. Potasyum hekzaklorocobaltat (III)
b. Tripotasyum hekzaklorocobalt (IV)
c. Tripotasyum hekzaklorocobalt (III)
d. Potasyum hekzaklorocobaltat (IV)
e. Potasyum hekzaklorocobaltat (II)
42. Periyodik çizelge için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a. Elektron ilgi katsayısı (elektronegativite), aynı periyot içinde soldan sağa ve aynı grup içinde aşağıdan yukarıya artar.
b. Atom yarıçapı aynı periyot içerisinde soldan sağa artar ve aynı grup içerisinde yukarıdan aşağıya azalır.
c. Değerlik elektronları d-yörüngesinde bulunan elementlere geçiş elementleri denir.
d. Aktanit ve lantanit elementlerine aynı zamanda iç geçiş elementleri denir.
e. Elementlerin oksijenle yaptıkları oksitlerinin asitliği, aynı periyot içerisinde, soldan sağa artar.
43. Aşağıdaki tepkimelerden hangisi yanlıştır?
a. CH3COOH + CH3OH + H+(katalizör) CH3COOCH3 + H2O
b. CH3CH(Br)COOH + KOH + alkol(Çözücü) CH3CH(OH)COOH + KBr
c. CH3CH2COOH + PCl3 CH3CH2COCl + POCl3 + HCl
d. CH3COOOCCH3 (asetik anhidrit)+ 2NH3 CH3CONH2 + CH3COONH4
e. CH3CH=CHCH3 + H2 + Pt ( katalizörü) CH3CH2CH2CH3
44. Aşağıdakilerden hangisi doğal bir polimerdir?
a. Nişasta
b. Nylon
c. Polietilen
d. Çay şekeri
e. Teflon
45. Havanın yalnızca %80 i N2 ve %20 side O2 den oluştuğu varsayılırsa, 1 atm basınç ve 25 oC de yoğunluğu kaç g/L dir?
a. 0.012
b. 0.816
c. 1.179
d. 1.436
e. 1.853
46. Aşağıdakilerden hangisi alkol elde edilen yöntemlerden birisi değildir?
a. Şekerin fermantasyonu ile alkol elde edilir
b. Karbon monoksit ve hidrojen, ZnO katalizörlüğünde, uygun sıcaklık ve basınçta tepkimeye girerek metanol verir.
c. Alkenlere uygun koşullarda su eklenerek alkol yapılır.
d. Asetaldehit az asidik ortamda K2Cr2O7 ile yükseltgenirse etanol oluşur.
e. Aseton, asidik ortamda LiAlH4 ile indirgenirse 2-propanol oluşur.
47. Aşağıda verilen formüllerden hangisinin ismi yanlıştır?
a. CH3COOH etanoik asit
b. CH3CH2COOCH3 metil propanat
c. PhSO3H benzensulfonik asit (Ph = fenil)
d. CH3CH2OCH2CH2Br 1-bromo-2-etoksietan
e. CH3CH2CH2NH2 1-propilamid
48. İçinde karbonil grubu olan organik bileşik aşağıdakilerden hangisidir?
a. Aseton
b. Etilen glikol
c. Gliserin
d. Petrol eteri
e. Naftalin
49. Mağnezyum hidroksitten, Mg(OH)2, hazırlanan doymuş sulu çözeltinin pH’ı kaçtır? (Kçç(Mg(OH)2 = 1.8x10-11)
a. 3.48
b. 3.78
c. 7.00
d. 10.21
e. 10.52
50. Soy gazlar için aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a. Bu grup elementlerin son yörüngelerinde ns2np6 olduğundan elektron almak veya vermek istemezler, dolayısıyla tepkimesiz elementlerdir.
b. Bu elementlerden Xe nun bazı bileşikleri sentezlenebilinmekta ancak He ve Ne gibi küçük atom numaralı soy gazların hiç bir bileşiği sentezlenememiştir.
c. Bu elementlerin hepsi radyoaktif özellik taşımaktadır.
d. Bu elementlerden Ne, Ar, Kr, ve Xe havadan O2 ve N2 elde edilirken yan ürün olarak elde edilirler.
e. He, balonların sişirilmesinde ve dalgıçların oksijen tüplerine karıştırılarak yaygın bir şekilde kullanılıyor.
Mayoz Bölünme
Bütün döllerde kromozom sayısının değişmez kalabilmesi için (sperm ve yumurtanın birleşmesinden kromozom sayısı iki katına çıkacağından dolayı) farklı bir hücre bölünmesi gelişmiştir. Mayoz bölünme ismini alan bu tip bölünmede, kromozom sayısı yarıya indirgenir. Mayoz bölünmenin sonunda meydana gelen gametler diğer vücut hücrelerinin aksine n sayıda kromozom taşır (bazı bitkilerde ve bir hücrelilerde bireyin kendisi yaşantısı boyunca haploid kromozomlu olduğundan mayoz bölünmeye gerek kalmaz). Normal olarak soma hücrelerinde 2n kromozomlardan homolog olanlar, boyuna, sinaps dediğimiz aralıklarla birbirinin yakınında uzanırlar. Bu homolog kromozomların her biri ayrı bir kutba giderek, yalnız bir tanesinin bir gamete verilmesi sağlanır. Homolog kromozomlar aynı büyüklüğe ve şekle, keza benzer kalıtsal faktörlere sahiptir. Gerek yumurta gerekse sperm oluşumu son iki hücre bölünmesine kadar aynı kurallara göre yürütülür. Daha sonra spermatogenezis (sperm oluşumu) ve oogenesiz (yumurta oluşumu) farklı şekilde meydana gelir.
Mayozda da mitoz gibi profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evre vardır. Bu evreler arada interfaz olmaksızın peş peşe iki kez gerçekleşir ve sonuçta dört yavru hücre meydana gelir. Mayoz bölünme ile mitoz bölünme arasındaki en büyük farka profazda rastlanır.
İnterfaz
Bölünmeye hazırlık evresidir. Mitozdaki interfaza benzemekle birlikte hücrelerin mitozdaki gibi büyüklüklerinin ve hacimlerinin artması gerçekleşmez.
Profaz-I
Kromozomlar kısalıp kalınlaşmaya başlarken, anadan ve babadan gelen homolog kromozomlar sinaps halinde ya yan yana parelel uzanırlar ya da birbirinin üzerine kıvrılırlar. Kısalma sonucunda kromozomlar mitozdaki gibi görülmeye başlar. Her kromozom iki kromatitten yapıldığından, homolog kromozomlar dörtlü demetler halinde görülür, bu görünüşe tetrat denir. Canlının vücudunda homolog kromozom kadar tetrata rastlanılır (insanda 23 tane). Kromozomların sentromerleri ayrılmamıştır.4 kromatid için iki sentromer vardır.Ayrıca mitozdan farklı olarak bu evrede tetratlar arasında parça değişimi gerçekleşir. Crossing-over denilen bu parça değişimi tür içinde çeşitliliği sağlar. Bu evrenin sonunda çekirdek zarı parçalanarak kaybolur.
Metafaz-I
Çekirdek zarının parçalanması sona ermiş, sentrozomlar kutuplara çekilmiş ve iğ iplikleri ortaya çıkmıştır. Sentromerleri çift olan tetratlar ekvatoral düzlem üzerine dizilir.
Anafaz-I
Bu evrede tetratlar ikiye ayrılarak kutuplara giderler. Ana ve babadan gelen kromozomlar rasgele olarak birbirlerinden ayrılırlar (özelliklerimizin bazılarının anadan bazılarının babadan geçmesinin nedeni). Bu evrede kromozom sayısı indirgendiğinden kutuplara taşınan yani oğul hücrelere geçecek olan kromozom sayısı vücut hücrelerinin kromozom sayısının yarısı kadardır.
Telofaz-I
Hücrenin iki kutbunda bulunan kromozomlar uzayıp incelmeye başlar. Etraflarında çekirdek zarı oluşur. Sitoplazmanın boğumlanmasıyla da haploid sayıda kromozoma sahip iki yavru hücre oluşur.Buraya kadar geçen olaylar mayoz-I olarak adlandırılır. Bundan sonra mitozdakinin aksine arada interfaz evresi olmaksızın profaz-II'nin başlamasıyla mayoz-II başlar. Mayoz-II mitoz bölünmenin hemen hemen aynısıdır. Hücrelerdeki haploid kromozom sayısı korunarak profaz-II, metafaz-II, anafaz-II ve telofaz-II gerçekleşerek mayoz bölünmenin sonunda n kromozom sayısına sahip 4 yavru hücre meydana gelir.
Kelimeler:
Haploid: Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom sayısı, vücut hücrelerinin sahip olduğu kromozom sayısının yarısına sahiptir. Kromozom sayısının yarıya inmesi sonucu oluşan "n" sayıda kromozom taşıyan hücrelere haploid hücre denir.
Sinaps: İki nöronun veya nöronla başka bir hücrenin bağlandığı yer.
Gamet: Erkek ve dişi üreme hücresina verilen ad.
Homolog kromozom: Biri anneden, diğeri babadan gelen aynı gen çiftine sahip kromozomlar.
Tetrat: Mayoz bölünme sırasında homolog kromozomların birbirlerine sarılarak oluşturdukları dört kromotitli yapı.
Crossing-over: Eşey ana hücrelerinde gerçekleşen mayoz bölünmenin profaz I safhasında oluşan tetratların kromatitleri arasındaki parça değişimi.
Sentromer: kromozomlarda kardeş kromotidleri bir arada tutan kısım.
MİTOZ BÖLÜNME
Mitoz bölünmenin başlangıcını saptamak olanaksızdır. Fakat hücrede bazı değişiklikler olur; hücre içeriği jel haline geçer, metabolizma durur, çekirdeğin hacmi hızla büyür. Kromatid iplikleri belirginleşir ve boyanmaya başlar. G2 evresinin tamamlanması, kromozomların türlere özgü şekil ve sayıyı kazanmasıyla mitoz bölünmeye geçilir. Işık mikroskobunda kromozomlar artık rahatlıkla görülebilir. Bu süre yaklaşık bir saat sürer. Bu evredeki hücreler küre şeklindedir ve etrafındaki cisimlere kuvvetle bağlanmamıştır. Mitoz bölünme; profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evreye ayrılır.
Profaz
Başlangıcında çekirdek içinde ince uzun kromatid iplikleri halinde görünen kromozomlar, yavaş yavaş helozon şeklinde kıvrılarak kalınlaşmaya başlar ve görülebilir duruma geçer. kalınlaşma ve kısalma anafaza kadar devam edebilir. Bu arada eş kromozomlar birbirlerinden fark edilemeycek kadar sıkıca bağlıdırlar. Bu evrede birbirine sentromerlerle bağlanmış olarak duran kromozomların her birine kromatid denir. Sentrozomlar ayrılarak her biri bir kutba gitmeye başlar ve aralarında iğ iplikleri oluşur. Profazın sonuna doğru iğ iplikleri ile kromozomlar arasında bağlantı kurulurken, sentrozomlardan hücre zarına uzanan iğ iplikleri de oluşur ve çekirdek zarı eriyerek kaybolur, kromozomlar sitoplazma içerisine dağılır.
Metafaz
Kromozomlar çok kere bir çember gibi, bazen de karışık olarak ekvatoral düzlem üzerinde dizilirler. Genellikle küçük kromozomlar merkezde, büyükler çevrededir. Diziliş türlere özgü bir özellik gösterir. Kromozomlar eşit olarak kutuplara çekileceğinden, ortada belirli bir denge kurulana kadar beklenilir.
Profaz 30-60 dakika sürmesine karşılık, metefaz ancak 2-6 dakika sürer. her bir kromozomun sentromeri belirgin olarak ikiye bölünür ve kromatidler tam olarak birbirinden ayrılır.
Anafaz
Ekvatoral düzlemdeki kardeş kromozomlar kutuplara bu evrede taşınırlar. Kasılma özelliği olan sentrozomların iğ iplikleri sayesinde kromozomların yarısı bir kutba, diğer yarısı öbür kutba gider. Kromozomların kutuplara ulaşmasıyla bu evre sona erer.
Bitki hücrelerinde sentrozom bulunmadığı için kromozomların taşınması sitoplazma hareketleriyle ve sitoplazma kökenli iğ ipliklerinin yardımıyla olur. Bu evre de yaklaşık olarak 3-15 dakika sürer.
Telofaz
Kromozomlar daha az boyanmaya başlar. Çekirdek zarı yavaş yavaş oluşur. Kromozomlar uzayıp incelmeye başlar. Bölünme açısından çekirdek dinlenmeye geçerken, hücre metabolizması aktif hale geçer.
Bu evrenin oluşumu sürerken bir yandan da sitoplazma boğum yapmaya başlar. İğ ipliklerine dik olarak boğumlanan sitoplazmanın o bölgede jel hale geçerek iki oğul hücrenin stoplazmasını ayırdığını ileri süren görüşlerde vardır. Stoplazmanın boğumlanarak ayrılması sürecine sitokinez denir. Telofazın başlangıcından iki yeni hücrenin oluştuğu ana kadar geçen süre 30-60 dakikadır.
MİTOZ VE MAYOZ BÖLÜNME VE ARASIDAKİ FARK
Hücre bölünmesi nedir ? Ana hücreden yavru hücreye genetik şifre nasıl taşınmaktadır ? Canlılar türlerini devam ettirebilmek veya hasara uğramış bölümlerini tamir edebilmek için hücresel seviyede bölünmeye gereksinim duyarlar. Bunun için genetik şifrenin aynısının yavru hücrelere aktarılması gerekir. Örneğin hormon yapımını da artırmak için bir tiroit hücresinin bölünmesi gereksin. Bu gereksinim ortaya çıkınca büyüme faktörlerinden bir kısmı ve TSH hormonu tiroit hücre zarına yapışır ve çekirdeğe çeşitli proteinler aracılığıyla bölünme işleminin başlatılması için sinyal gönderir. Bu sinyali alan özel bir gen aktive olarak protein üretir ve bu protein başka bir geni uyararak bölünme işlemini başlatır. Bunun için önce çekirdekteki şifreleri taşıyan DNA nın bir eşinin yapılması gerekir. Enzim adı verilen özel proteinler daha önce DNA nın yapısında olduğu belirtilen şeker,baz ve fosfat birimlerini kopyalama adı verilen bir işlemle orijinal DNA daki sıraya göre dizmeye başlar ve işlem bittikten sonra birbirinin tamamen benzeri iki ayrı DNA ortaya çıkar . Eğer kopyalama sırasında yanlış bir dizilim olursa başka bir gen devreye girerek bunu düzeltmeye çalışır, düzeltmezse başka bir gen devreye girerek bölünme işlemini durdurur böylece yanlış genetik şifrenin yeni oluşacak hücrelere geçmesi önlenir. Şimdi kopyalama işleminin doğru yapıldığını varsayalım ve gelişmeleri izleyelim. Artık çekirdekte birbirinin tamamen benzeri olan iki DNA vardır ve bölünme işlemini durduracak bir emir gelmemişse DNA lar daha öncede değinildiği gibi paketlenerek 46 çift kromozom haline döner. Diğer bir deyişle birbirinin aynısı olan 23 çift iki takım kromozom ortaya çıkar. Bu devreden itibaren 23 çift kromozom hücrenin bir ucuna doğru giderken diğer 23 çift kromozom diğer ucu gitmeye başlar ve hücre ortadan boğumlanıp her birini çevreleyen yeni zarla birlikte özellikleri tamamen aynı olan iki ayrı hücre ortaya çıkar.
MİTOZ BÖLÜNME Mitoz bölünmenin başlangıcını saptamak olanaksızdır. Fakat hücrede bazı değişiklikler olur; hücre içeriği jel haline geçer, metabolizma durur, çekirdeğin hacmi hızla büyür. Kromatid iplikleri belirginleşir ve boyanmaya başlar. G2 evresinin tamamlanması, kromozomların türlere özgü şekil ve sayıyı kazanmasıyla mitoz bölünmeye geçilir. Işık mikroskobunda kromozomlar artık rahatlıkla görülebilir. Bu süre yaklaşık bir saat sürer. Bu evredeki hücreler küre şeklindedir ve etrafındaki cisimlere kuvvetle bağlanmamıştır. Mitoz bölünme; profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evreye ayrılır. PROFAZ Başlangıcında çekirdek içinde ince uzun kromatid iplikleri halinde görünen kromozomlar, yavaş yavaş helozon şeklinde kıvrılarak kalınlaşmaya başlar ve görülebilir duruma geçer. kalınlaşma ve kısalma anafaza kadar devam edebilir. Bu arada eş kromozomlar birbirlerinden fark edilemeycek kadar sıkıca bağlıdırlar. Bu evrede birbirine sentromerlerle bağlanmış olarak duran kromozomların her birine kromatid denir. Sentrozomlar ayrılarak her biri bir kutba gitmeye başlar ve aralarında iğ iplikleri oluşur. Profazın sonuna doğru iğ iplikleri ile kromozomlar arasında bağlantı kurulurken, sentrozomlardan hücre zarına uzanan iğ iplikleri de oluşur ve çekirdek zarı eriyerek kaybolur, kromozomlar sitoplazma içerisine dağılır. METAFAZ Kromozomlar çok kere bir çember gibi, bazen de karışık olarak ekvatoral düzlem üzerinde dizilirler. Genellikle küçük kromozomlar merkezde, büyükler çevrededir. Diziliş türlere özgü bir özellik gösterir. Kromozomlar eşit olarak kutuplara çekileceğinden, ortada belirli bir denge kurulana kadar beklenilir. Profaz 30-60 dakika sürmesine karşılık, metefaz ancak 2-6 dakika sürer. her bir kromozomun sentromeri belirgin olarak ikiye bölünür ve kromatidler tam olarak birbirinden ayrılır. ANAFAZ Ekvatoral düzlemdeki kardeş kromozomlar kutuplara bu evrede taşınırlar. Kasılma özelliği olan sentrozomların iğ iplikleri sayesinde kromozomların yarısı bir kutba, diğer yarısı öbür kutba gider. Kromozomların kutuplara ulaşmasıyla bu evre sona erer. Bitki hücrelerinde sentrozom bulunmadığı için kromozomların taşınması sitoplazma hareketleriyle ve sitoplazma kökenli iğ ipliklerinin yardımıyla olur. Bu evre de yaklaşık olarak 3-15 dakika sürer. TELOFAZ Kromozomlar daha az boyanmaya başlar. Çekirdek zarı yavaş yavaş oluşur. Kromozomlar uzayıp incelmeye başlar. Bölünme açısından çekirdek dinlenmeye geçerken, hücre metabolizması aktif hale geçer. Bu evrenin oluşumu sürerken bir yandan da sitoplazma boğum yapmaya başlar. İğ ipliklerine dik olarak boğumlanan sitoplazmanın o bölgede jel hale geçerek iki oğul hücrenin stoplazmasını ayırdığını ileri süren görüşlerde vardır. Stoplazmanın boğumlanarak ayrılması sürecine sitokinez denir. Telofazın başlangıcından iki yeni hücrenin oluştuğu ana kadar geçen süre 30-60 dakikadır.
MAYOZ BÖLÜNME Bütün döllerde kromozom sayısının değişmez kalabilmesi için (sperm ve yumurtanın birleşmesinden kromozom sayısı iki katına çıkacağından dolayı) farklı bir hücre bölünmesi gelişmiştir. Mayoz bölünme ismini alan bu tip bölünmede, kromozom sayısı yarıya indirgenir. Mayoz bölünmenin sonunda meydana gelen gametler diğer vücut hücrelerinin aksine n sayıda kromozom taşır (bazı bitkilerde ve bir hücrelilerde bireyin kendisi yaşantısı boyunca haploid kromozomlu olduğundan mayoz bölünmeye gerek kalmaz). Normal olarak soma hücrelerinde 2n kromozomlardan homolog olanlar, boyuna, sinaps dediğimiz aralıklarla birbirinin yakınında uzanırlar. Bu homolog kromozomların her biri ayrı bir kutba giderek, yalnız bir tanesinin bir gamete verilmesi sağlanır. Homolog kromozomlar aynı büyüklüğe ve şekle, keza benzer kalıtsal faktörlere sahiptir. Gerek yumurta gerekse sperm oluşumu son iki hücre bölünmesine kadar aynı kurallara göre yürütülür. Daha sonra spermatogenezis (sperm oluşumu) ve oogenesiz (yumurta oluşumu) farklı şekilde meydana gelir. Mayozda da mitoz gibi profaz, metafaz, anafaz ve telofaz diye dört evre vardır. Bu evreler arada interfaz olmaksızın peş peşe iki kez gerçekleşir ve sonuçta dört yavru hücre meydana gelir. Mayoz bölünme ile mitoz bölünme arasındaki en büyük farka profazda rastlanır. İNTERFAZ Bölünmeye hazırlık evresidir. Mitozdaki interfaza benzemekle birlikte hücrelerin mitozdaki gibi büyüklüklerinin ve hacimlerinin artması gerçekleşmez.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)