CNN Başkanı Tom Johnson'ın yakın geleceğin yöneticilerine tavsiyeleri içeren
21 maddelik "yaşam dersi".
80'ler
Ben bu zamanlari hatirliyorum, ya siz?
Bir zamanlar:
"Simdi huzurlarinizda Hakan Peker dans grubu" anonsunu hatirliyorsaniz Istanbul' un telefon kodunun 1 oldugu ve karsiyi ararken kod çevirmek zorunda olmadiginizi hatirliyorsaniz Hayatinizda en az bir kere kaset doldurtmak icin para verdiyseniz Ayni çizgili gömlek ve ayni kravati yillarca giyen Erkan Konuk'un hazirlayip sundugu Pop Saati programini seyrettiyseniz Rahmetli Cenk Koray'in sundugu tele pazar programindaki "kutunuzu açiyorum" sözü okulda espri konusu oldu ise Voltron voltron voltron'i biliyorsaniz Sirinlerin müzigi hala aklinizdaysa Rahmetli Adile Nasit'in "kuzucuklarim" diye hitab ettiklerindenseniz "Önce alisveris sonra fis" parodisini unutmadiysaniz Ankara Keçiören parkindan pazar sabahlari naklen yayinlanan çocuk programinda yarisan tontonlarla ponponlari seyrettiyseniz Zeki-Metin'in kabare kasetleri hala arsivinizdeyse Video'da yerli film seyrettiyseniz Ankara'ya telefon etmek isteyen babanizin, operatöre "yildirim" dedigini hatirliyorsaniz Gri renkli 500 liranin müthis bir harçlik oldugu zamani hatirliyorsaniz Ugur dondurma makinesine sahip olan dondurmaciya "abi 10 liralik dondurma " dediyseniz Telli arabaniza pullar ve çikartmalar yapistirdiysaniz. (Hatta Blue Jean'in igrenc tutkalli artist cikarmaları dolabinizdan cikmadigi icin annenizden azar isittiyseniz)
Tüf tüf'lere en sivri külahlari yapmak için yapistirici kullandiysaniz Pinokyo'nun tek bisiklet markasi oldugu günleri hatirliyorsaniz Arkadaslarinizla maç sonrasi "Elvan" gazozu içtiyseniz Matchbox ve Majorette'nin küçük arabalari hayallerinizi süslediyse Mekap ve esem sport o zamanlar bildiginiz yegane spor ayakkabilar ise.
TRT 2'yi seyretmek için yeni anten aldiysaniz Pilsa'nin (PlayMobil) Kuzey Kalesi seti hep hayalinizde kaldi ise.
Lego'lara inanilmaz bir hayranlik duydugunuz zamani hatirliyorsaniz Madonna'yi hürriyet gazetesinde üzerinde Healthy yazili t-shirt'i ile ilk defa gördügünüz ani hatirliyorsaniz Galleria'nin açildigi zamani hatirliyorsaniz BMX sizin icin bir anlam ifade ediyorsa Kartus kasetleri biliyor ve LP'leri dinlediginiz zamanlari hatirliyorsaniz
Rebul, First Class ve madalyonlu sise Brut'u biliyorsaniz ITT Schaub Lorenz'in en iyi müzik seti oldugu günleri hatirliyorsaniz Taksim' deki Mc. Donald's' in açildigi günü ve istiklal caddesi'nin trafige açik oldugu günleri hatirliyorsaniz Televizyonda seyrettiginiz ilk renkli futbol maçinda sahayi yesil görünce nasil sok oldugunuzu hatirliyorsaniz Bir video kulüpten video kaset kiraladiysaniz Minti Minti' nin ne demek oldugunu biliyorsaniz Hala daha Betamax kasetleriniz ve tank gibi videonuz bir yerlerde duruyorsa
Radyonun FM frekansini karistirirken sadece tek bir-iki kanalin çiktigi günleri hatirliyorsaniz "Çilgin Kiz" dendiginde akliniza sadece Cindy Lauper geliyorduysa.
Babaniza bir telsiz almasi icin yalvardiysaniz Break Dance firtinasina kapildiysaniz.
Commodore 64 veya Sinclair Spectrum sizin için büyülü bir dünya demekse.
Almanya'dan gelen tanidiklarinizin getirdikleri çikolatalarin tadini hala unutamadiysaniz.
"Örovizyon" sarki yarismasini ailece seyretmis ve Türkiye'ye düsük puan veren ülkeleri ailece kinamissaniz Ilk Haribo'yu gördügünüzdeki hayranliginizi hala hatirliyorsaniz TV eklerinde, programlarin yaninda (renkli) yazdigi günleri biliyorsaniz
Musti'nin konusurken ellerini garip bir sekilde ileri geri hareket ettirdigini hatirliyorsaniz Rambo'yu (ilk kan), Jaws'i ve Kötü Ruh'u sinemada seyrettiyseniz.
Kardaki Izler dizisini hatirliyor ve hala ürperiyorsaniz.
Pamuk Ipligi adli dizide teleferikte kalanlar için dua ettiginiz zamani hatirliyorsaniz Fisher marka müzik seti hayalinizi süslediyse Misketin her türlüsünü oynadiniz, ve en çok da "kuytu"dan zevk aldiniz ise
Sony'nin C7 model devasa videosunu hatirliyorsaniz Pazar günü radyoda o bol alkis efektli tatil sabahi adli programi dinlediyseniz.
Internet diye bir kelimenin olmadigi zamanlari hatirliyorsaniz Heidi ve Peter'i hatirliyorsaniz J.R.' i kimin vurdugunu biliyorsaniz Köle Isaura'nin müzigi hala aklinizdaysa Wham' in ayrilmasina hala üzülüyorsaniz Radyoda "simdi hafif bati müzigi dinleyeceksiniz" anonsu ile sevdiginiz sarkilar çalindi ise Bazen içinizden Kara Simsek' in müzigini mirildaniyorsaniz Kristal Büfe, ilk bildiginiz fast food restoranti ise TRT'de Cüneyt'in günlügü adli diziyi hatirliyorsaniz Yakari'deki kartalin "yakarikuuuu, hakarikuuu" diye uçtugunu hatirliyorsaniz Duran Duran ve A-HA üyelerinin isimlerini biliyorsaniz Hala 33' luk plaklariniz duruyorsa Galactica'daki Saylon'lularin kostümlerine hala hayransaniz Gündüzleri televizyon seyretmenin rüya oldugu günleri biliyorsaniz "Güüüç Bende Artik" kimin sözü biliyorsaniz Güzel kadin dendiginde akliniza Bo Derek ve Ursula Andress geliyorsa Reebok ilk geldiginde, markanin son hecesi okulda alay konusu olduysa "Jetgiller ve Degis Tonton!" gibi çizgi filmleri hatirliyorsaniz Çinkes nedir biliyorsaniz.
3 büyüklerin maçlarini decodersiz seyrettiyseniz Okulda Zagor, Zembla ve Mandrake muhabbetleri yaptiysaniz Cicek Kiz Candy' nin müzigindeki "Watasiva Kendiii" sözü hala aklinizdaysa.
Converse All Star'i ilk defa giymenin mutlulugunu yasadiysaniz Japonya'yi Shogun ile tanidiysaniz SIZ O MUHTESEM ZAMANLARI YASAMIS OLAN SEKSENLERIN ÇOCUGUSUNUZ!! O GÜZEL GÜNLERI HIÇ AMA HIÇ UNUTMAYIN...
Bir zamanlar:
"Simdi huzurlarinizda Hakan Peker dans grubu" anonsunu hatirliyorsaniz Istanbul' un telefon kodunun 1 oldugu ve karsiyi ararken kod çevirmek zorunda olmadiginizi hatirliyorsaniz Hayatinizda en az bir kere kaset doldurtmak icin para verdiyseniz Ayni çizgili gömlek ve ayni kravati yillarca giyen Erkan Konuk'un hazirlayip sundugu Pop Saati programini seyrettiyseniz Rahmetli Cenk Koray'in sundugu tele pazar programindaki "kutunuzu açiyorum" sözü okulda espri konusu oldu ise Voltron voltron voltron'i biliyorsaniz Sirinlerin müzigi hala aklinizdaysa Rahmetli Adile Nasit'in "kuzucuklarim" diye hitab ettiklerindenseniz "Önce alisveris sonra fis" parodisini unutmadiysaniz Ankara Keçiören parkindan pazar sabahlari naklen yayinlanan çocuk programinda yarisan tontonlarla ponponlari seyrettiyseniz Zeki-Metin'in kabare kasetleri hala arsivinizdeyse Video'da yerli film seyrettiyseniz Ankara'ya telefon etmek isteyen babanizin, operatöre "yildirim" dedigini hatirliyorsaniz Gri renkli 500 liranin müthis bir harçlik oldugu zamani hatirliyorsaniz Ugur dondurma makinesine sahip olan dondurmaciya "abi 10 liralik dondurma " dediyseniz Telli arabaniza pullar ve çikartmalar yapistirdiysaniz. (Hatta Blue Jean'in igrenc tutkalli artist cikarmaları dolabinizdan cikmadigi icin annenizden azar isittiyseniz)
Tüf tüf'lere en sivri külahlari yapmak için yapistirici kullandiysaniz Pinokyo'nun tek bisiklet markasi oldugu günleri hatirliyorsaniz Arkadaslarinizla maç sonrasi "Elvan" gazozu içtiyseniz Matchbox ve Majorette'nin küçük arabalari hayallerinizi süslediyse Mekap ve esem sport o zamanlar bildiginiz yegane spor ayakkabilar ise.
TRT 2'yi seyretmek için yeni anten aldiysaniz Pilsa'nin (PlayMobil) Kuzey Kalesi seti hep hayalinizde kaldi ise.
Lego'lara inanilmaz bir hayranlik duydugunuz zamani hatirliyorsaniz Madonna'yi hürriyet gazetesinde üzerinde Healthy yazili t-shirt'i ile ilk defa gördügünüz ani hatirliyorsaniz Galleria'nin açildigi zamani hatirliyorsaniz BMX sizin icin bir anlam ifade ediyorsa Kartus kasetleri biliyor ve LP'leri dinlediginiz zamanlari hatirliyorsaniz
Rebul, First Class ve madalyonlu sise Brut'u biliyorsaniz ITT Schaub Lorenz'in en iyi müzik seti oldugu günleri hatirliyorsaniz Taksim' deki Mc. Donald's' in açildigi günü ve istiklal caddesi'nin trafige açik oldugu günleri hatirliyorsaniz Televizyonda seyrettiginiz ilk renkli futbol maçinda sahayi yesil görünce nasil sok oldugunuzu hatirliyorsaniz Bir video kulüpten video kaset kiraladiysaniz Minti Minti' nin ne demek oldugunu biliyorsaniz Hala daha Betamax kasetleriniz ve tank gibi videonuz bir yerlerde duruyorsa
Radyonun FM frekansini karistirirken sadece tek bir-iki kanalin çiktigi günleri hatirliyorsaniz "Çilgin Kiz" dendiginde akliniza sadece Cindy Lauper geliyorduysa.
Babaniza bir telsiz almasi icin yalvardiysaniz Break Dance firtinasina kapildiysaniz.
Commodore 64 veya Sinclair Spectrum sizin için büyülü bir dünya demekse.
Almanya'dan gelen tanidiklarinizin getirdikleri çikolatalarin tadini hala unutamadiysaniz.
"Örovizyon" sarki yarismasini ailece seyretmis ve Türkiye'ye düsük puan veren ülkeleri ailece kinamissaniz Ilk Haribo'yu gördügünüzdeki hayranliginizi hala hatirliyorsaniz TV eklerinde, programlarin yaninda (renkli) yazdigi günleri biliyorsaniz
Musti'nin konusurken ellerini garip bir sekilde ileri geri hareket ettirdigini hatirliyorsaniz Rambo'yu (ilk kan), Jaws'i ve Kötü Ruh'u sinemada seyrettiyseniz.
Kardaki Izler dizisini hatirliyor ve hala ürperiyorsaniz.
Pamuk Ipligi adli dizide teleferikte kalanlar için dua ettiginiz zamani hatirliyorsaniz Fisher marka müzik seti hayalinizi süslediyse Misketin her türlüsünü oynadiniz, ve en çok da "kuytu"dan zevk aldiniz ise
Sony'nin C7 model devasa videosunu hatirliyorsaniz Pazar günü radyoda o bol alkis efektli tatil sabahi adli programi dinlediyseniz.
Internet diye bir kelimenin olmadigi zamanlari hatirliyorsaniz Heidi ve Peter'i hatirliyorsaniz J.R.' i kimin vurdugunu biliyorsaniz Köle Isaura'nin müzigi hala aklinizdaysa Wham' in ayrilmasina hala üzülüyorsaniz Radyoda "simdi hafif bati müzigi dinleyeceksiniz" anonsu ile sevdiginiz sarkilar çalindi ise Bazen içinizden Kara Simsek' in müzigini mirildaniyorsaniz Kristal Büfe, ilk bildiginiz fast food restoranti ise TRT'de Cüneyt'in günlügü adli diziyi hatirliyorsaniz Yakari'deki kartalin "yakarikuuuu, hakarikuuu" diye uçtugunu hatirliyorsaniz Duran Duran ve A-HA üyelerinin isimlerini biliyorsaniz Hala 33' luk plaklariniz duruyorsa Galactica'daki Saylon'lularin kostümlerine hala hayransaniz Gündüzleri televizyon seyretmenin rüya oldugu günleri biliyorsaniz "Güüüç Bende Artik" kimin sözü biliyorsaniz Güzel kadin dendiginde akliniza Bo Derek ve Ursula Andress geliyorsa Reebok ilk geldiginde, markanin son hecesi okulda alay konusu olduysa "Jetgiller ve Degis Tonton!" gibi çizgi filmleri hatirliyorsaniz Çinkes nedir biliyorsaniz.
3 büyüklerin maçlarini decodersiz seyrettiyseniz Okulda Zagor, Zembla ve Mandrake muhabbetleri yaptiysaniz Cicek Kiz Candy' nin müzigindeki "Watasiva Kendiii" sözü hala aklinizdaysa.
Converse All Star'i ilk defa giymenin mutlulugunu yasadiysaniz Japonya'yi Shogun ile tanidiysaniz SIZ O MUHTESEM ZAMANLARI YASAMIS OLAN SEKSENLERIN ÇOCUGUSUNUZ!! O GÜZEL GÜNLERI HIÇ AMA HIÇ UNUTMAYIN...
Kusursuz Olmayabileceğinizi Kabullenin
Ben bugune dek kesin kusursuzlugu arayan hic kimsenin yasaminda ic huzuru bulabildigini gormedim.Her seyin mukemmel olmasini aramakla, ic huzuru istemek birbirine ters duser.
Bir seyi mevcut durumundan daha iyi hale getirmeyi hedef almissak, neredeyse, kesinlikle kaybedecegimiz bir mucadeleye girmis oluruz.Elde olanla yetinip sukredecegimiz yerde, o konudaki yanlisliga ve bunu nasil
duzeltebilecegimize odaklanip kaliriz.Tum dikkatimizi bu yanlisliga yogunlastirdigimiz zaman da, durumumuzdan mutsuz ve sikayetci oluruz.
Ister dolabimizin daginikligi, otomobilimizdeki bir cizik, eksik sonuclandirdigimiz bir is, birkac kilo vermemiz gerektigi gibi konular olsun, ister baska birinin tavirlari, gorunusu veya, yasam bicimi gibi bize ters gelen seyler olsun, dikkatimizi sadece kusurlara yoneltmemiz, bizi asil hedefimiz olan sevecen ve ilimli olmaktan uzaklastiracaktir.Bu strateji elinizden gelenin en iyisini yapmayin, anlamina gelmez ; sadece yasamdaki
yanlislara kendinizi fazla kaptirip, tum dikkatinizi bunlara vermeyi birakmanizi ongorur.Bir isi daha iyi yapmanin mutlaka bir yolu vardir, fakat bu, mevcut durumun tadini cikarmayip, iyi yonlerini gozardi etmek anlamina gelmez.Mesele bunun farkina varmaktir.
Burada cozum, mevcut durumu daha iyi hale getirmekte israr aliskanligina kapilacagimiz anda, kendimizi tutmaktir.Boyle olunca kendinize yasamin o anda da pek fena surmedigini hatirlativerin.Kendi yargilarinizin yoklugunda, her sey pekala guzel gidecektir.Yasantinizin her alaninda kusursuzluk arayisinizi biraktikca, yasamin kendi icindeki kusursuzlugu kesfedeceksiniz.
Yazar bilinmiyor
Bir seyi mevcut durumundan daha iyi hale getirmeyi hedef almissak, neredeyse, kesinlikle kaybedecegimiz bir mucadeleye girmis oluruz.Elde olanla yetinip sukredecegimiz yerde, o konudaki yanlisliga ve bunu nasil
duzeltebilecegimize odaklanip kaliriz.Tum dikkatimizi bu yanlisliga yogunlastirdigimiz zaman da, durumumuzdan mutsuz ve sikayetci oluruz.
Ister dolabimizin daginikligi, otomobilimizdeki bir cizik, eksik sonuclandirdigimiz bir is, birkac kilo vermemiz gerektigi gibi konular olsun, ister baska birinin tavirlari, gorunusu veya, yasam bicimi gibi bize ters gelen seyler olsun, dikkatimizi sadece kusurlara yoneltmemiz, bizi asil hedefimiz olan sevecen ve ilimli olmaktan uzaklastiracaktir.Bu strateji elinizden gelenin en iyisini yapmayin, anlamina gelmez ; sadece yasamdaki
yanlislara kendinizi fazla kaptirip, tum dikkatinizi bunlara vermeyi birakmanizi ongorur.Bir isi daha iyi yapmanin mutlaka bir yolu vardir, fakat bu, mevcut durumun tadini cikarmayip, iyi yonlerini gozardi etmek anlamina gelmez.Mesele bunun farkina varmaktir.
Burada cozum, mevcut durumu daha iyi hale getirmekte israr aliskanligina kapilacagimiz anda, kendimizi tutmaktir.Boyle olunca kendinize yasamin o anda da pek fena surmedigini hatirlativerin.Kendi yargilarinizin yoklugunda, her sey pekala guzel gidecektir.Yasantinizin her alaninda kusursuzluk arayisinizi biraktikca, yasamin kendi icindeki kusursuzlugu kesfedeceksiniz.
Yazar bilinmiyor
Hayat Felsefesi
Hayata baslamak...
Richard Wilkins Ingiltere'de piyasaya çikan "Mental Tonic" (Zihin Açici) adli kitabinda yasam felsefesinden süzdügü ilkeleri siraliyor.
Iste onlardan birkaçi:
* Gerçek degisim kimi eski seyleri farkli görmeye baslamaktir.
* Pencerenizin cami kirliyse disari çikip manzarayi parlatmaniz bosunadir.
* Eger siz kendinizi sevmiyorsaniz baskasi neden sevsin.
* Ana babaniz dogumunuzdan sorumludur, yasaminizdan degil.
* Eger kendinize yön ariyorsaniz yolunu kaybetmis birine sormayin.
* Dostluk, ayri olduklari zaman insanlari birlikte tutar.
* Fedakarlik çiçegin köküdür.
* Geçmisi bir kitap gibi kullanin, eviniz gibi degil.
* Birçok insan hayatinin büyük bölümünü oldugundan farkli görünebilmek için heba eder.
* Ilerlemenizin önündeki en büyük engel kendinize güvensizliginizdir.
* Aci, mutluluga göre daha çok sarki bestelemistir.
* Her davranisinda baskalarinin onayini arayan kimseler hayatin birçok güzelligini iskalar.
* Satihta hazine bulamazsiniz.
* Kahkaha ruhun dansidir.
* Mucize, enerjinizi korkularinizi degil rüyalariniza verdiginiz zaman baslar.
* Karsisinizdakini dinliyor musunuz, yoksa konusmak için sira mi bekliyorsunuz?
* Ikiyüzlülük sadece sahibi tarafindan görülemez.
* Hayatinizi bir para kazanma denemesi olarak kullanmayin.
* Cennete gitmenin iki yolu vardir:
1) Gerçekten öldügünüz zaman
2) Gerçekten yasadiginiz zaman
* Gerçek zenginlik vaktinizi insanlara vermektir, para karsiligi satmak degil.
* Müzigi notalarin arasindaki sessizlik yaratir.
*Mutluluk makineye benzer. Ne kadar basit olursa o kadar az bozulur.
Bir Mezarın Hatırlattıkları
Hayat akip giderken...Siz siz olun,bugun aklinizdan gecen guzellikleri asla yarinabirakmayin..Ne yapacaksaniz, hemen,ama hemensimdi yapin...Cicek mi sulayacaksiniz,sulayin...Kitap mi okuyacaksiniz, okuyun... Sinemada cok begendiginiz bir film mi var, hemen gidin seyredin... Bir yakininizi aramak mi istiyorsunuz? Sarilin telofona ve hemen arayin...Yiyin, icin, sarki soyleyin, dans edin... Ama, ne yapacaksaniz, hemen yapin...Cunku siz bugun bugunu yasiyorsunuz.. Ve yarini da yasayacaginiza dair hic bir kontratiniz yok. Gectigimiz gun bir mezarlik ziyaretine gitmistim... Orada, aramizdan zamanli veya zamansiz ayrilan 7'den 70'e cok sayida insan sessizce yatiyordu... Orada yatanlar sadece bedenler degildi.. Ertelenmis umutlardi... Soylenmemis sozlerdi...Yarim birakilmis islerdi... Evet, evet... Kimbilir onlar hayata veda ettikleri sirada neleri yarim birakmislardi?Kimisi, "Tamam, onu kirdim, ama nasilsa yarin gonlunu alirim" diyordu... Kimisi,"Adam sen de, bu konsere bir daha ki sefere giderim" demisti... Kimisi de" Tatile haftaya cikarim, hele su isi de halledeyim" diye dusunuyordu...Ve onlarin hicbiri, dusundukleriniy apamadi...B elki bir kucuk cocuk babasindan gelecek bisikleti bekliyordu... Adamsa " Bu aksam yorgunum, yarinalir giderim" diye dusunmustu...Ve o cocuk bisiklete binemedi...Itiraf etmeliyiz ki bizler; belki iyi, belki kotu, ama cok yanlis yasiyoruz... Hepimizin hayati , yarinlara birakilm isislerle,e rtelenmis umutlarla dolu... Calisiyoruz, calisiyoruz... Hayatin tum guzel renklerini ellerimizle itiyoruz... Ve de , sanki tum yarinlar bizimmis gibi,hayaller kurup duruyoruz... Sevincleri, mutluluklari,hep sonraya birakiyoruz... Bizler var ya ,bizler ...Inanin cok yanlis yasiyoruz...
Günümüz Çelişkileri
Binalarımız göğe tırmandı ama öfkemiz keskinleşti.
Otoyollarımız genişledi ama ufuklarımız daraldı.
Daha çok harcıyoruz ama daha aza sahibiz.
Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı.
Daha büyük evlerde ama daha küçük ailelerle yaşıyoruz.
Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı.
Diplomamız bol ama sağduyumuz az.
Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı.
İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı.
Sorumsuzca para harcıyoruz ama az gülüyoruz.
Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz.
Akşam geç yatıyor ama sabah yorgun kalkıyoruz.
Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz.
Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik.
Çok konuyor ama az gönül veriyor ve bol yalan konuşuyoruz.
Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik.
Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat katamadık.
Aya kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza uğramak için karşıya geçmiyoruz.
Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine gitmiyoruz.
Havayı temizledik ama ruhları kirlettik.
Atomu parçaladık, önyargıları yıkamadık.
Çok yaşıyor ama az çalışıyoruz.
Daha çok plan yapıyor ama daha az sonuç alıyoruz.
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla.
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı.
Tanıdıklar çoğaldı ama dostlar eksildi.
Çabalar arttı ama mutluluk azaldı.
Bilgisayar ağları kuruyoruz, bilgi otoyolları yaratıyoruz ama kendi aramızda iletişimde zorlanıyoruz.
“Dünya barışı” der, silahlanırız!
Daha mutlu olmak için, “somurtarak” çalışırız.
Gelecegin Suçlusunu Yetistirmek
Gelecegin Suçlusunu Yetistirmenin En Basit Kurallari
Sevgili Annelere ve anne adaylarına sevgilerimle...
Gelecegin Suçlusunu Yetistirmenin En Basit Kurallari
*- Daha küçükken çocuga istedigi herseyi vermeye baslayin! Bu sekilde o, herkesin onun geçimini saglamak zorunda olduguna inanacaktir.
*- Kötü sözler söyledigi zaman gülün! Böylece o kendisinin akilli olduguna inanacaktir.
*- Ona düsünmeyi ve beynini kullanmayi hiç ögretmeyin! 21 yasina gelince kendi kararlarini, kendisi versin diye bekleyin!
*- Yerde biraktigi herseyi kaldirin; kitaplarini, ayakkabilarini, kiyafetlerini, onun için herseyi siz yapin ki; o bütün sorumluluklarini
baskalarina yüklemeye alissin!
*- Onun gözünün önünde sik sik kavga edin ki; bu sayede aile bir gün parçalanirsa çok fazla üzülmesin.
*- Ona istedigi kadar harçlik verin ki; hiçbir zaman kendi parasini kazanmanin ne oldugunu ögrenmesin.
*- Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularini yerine getirin ki; istediklerine ulasmak için çalismak gerektigini ögrenmesin.
*- Komsulara, ögretmenlere, polislere karsi daima onun tarafini tutun ki, onlarin hepsine karsi pesin hükümleri olussun.
*- Bütün bunlari ve benzerlerini yaparak yetistirdiginiz çocugunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazirladiginiz için kendinize
tesekkür etmeyi ihmal etmeyin!!
Bu belge ABD Houston Polis Müdürlügü tarafindan hazirlanmis ve kentteki
tüm evlere ve okullara dagitilmistir.
700 Yıllık Altın Öğüt
700 YILLIK ALTIN OGUT
ŞEYH EDEBALİ'NİN OSMANLI DEVLETİNİN KURUCUSU ve DAMADI OSMAN GAZİ'YE VASİYETİ
Ey oğul, artık Bey'sin!
Bundan sonra
öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoşgörmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana...
Ey oğul, sabretmesini bil,
vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma;
insanı yaşat ki devlet yaşasın.
Ey oğul, işin ağır,
işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun...
Güçlüsün, kuvvetlisin,
akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede,
nasıl kullanacağını bilmezsen
sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve
iradene sahip olasın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi
değildir. Bütün bilinmeyenler,
feth edilmeyenler,
görünmeyenler, ancak sen faziletli ve
ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.
Ey oğul ! Ananı , atanı say !
Bereket büyüklerle beraberdir.
İnancını kaybedersen ,
yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol ! Her sözü üstüne alma !
Gördüğünü görme ! Bildiğini bilme !
Sevildiğin yere sık gidip gelme !
Ey oğul ! Üç kişiye acı :
Cahil arasındaki alime ,
zenginken fakir düşene,ve
hatırlı iken itibarını kaybedene.
Ey oğul! unutma ki,
yüksekte yer tutanlar,
aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma
Şeyh Edebali
Gandhi'den
"Düşünceleriniz Pozitif olsun, Çünkü Düşünceleriniz Sözleriniz olur.
Sözleriniz Pozitif olsun, Çünkü Sözleriniz Davranışlarınız Olur.
Davranışlarınız Pozitif olsun, Çünkü Davranışlarınız Alışkanlıklarınız Olur.
Alışkanlıklarınız Pozitif Olsun, Çünkü Alışkanlıklarınız Değerleriniz Olur.
Değerleriniz Pozitif Olsun, Çünkü Değerleriniz Kaderiniz Olur.
Sözleriniz Pozitif olsun, Çünkü Sözleriniz Davranışlarınız Olur.
Davranışlarınız Pozitif olsun, Çünkü Davranışlarınız Alışkanlıklarınız Olur.
Alışkanlıklarınız Pozitif Olsun, Çünkü Alışkanlıklarınız Değerleriniz Olur.
Değerleriniz Pozitif Olsun, Çünkü Değerleriniz Kaderiniz Olur.
Bugünler
BUGÜNLER...
Eve çift maaşın girdiği ama çiftlerin boşandığı,
Güzel evlerin yuva olamadığı günler.
Bugünler...
Kısa seyahatlerin,
Kağıt mendil gibi ilişkilerin,
Yıka çık gönüllerin,
Tek geceliklerin,
Kilo dertlerinin,
Ve her derde çare vitamin günleri.
Bugünler vitrinlerin dolu ama gönüllerin boş olduğu günler!..
Dini Tasavvuf Halk Edebiyatı

Türk sosyal yapısı inançlar açısından birlik gösterdiğinden din ve tasavvuf, toplumdaki bir çok insan için genel kabuller arasında yer alan ve herkesin ilgi duyduğu bir konu olmuştur. Bundan dolayı dinî ve tasavvûfî konular genel hatlarla ikiye ayrılan Divan ve Halk Edebiyatı alanlarına mensup ediplerimiz için de en çok işlenen temel konular arasındaydı. Bugün birbirinden kesin çizgilerle ayrılan Divan ve Halk Edebiyatında her iki alana da hâkim, iki alanın şekil ve tür özelliklerine uygun eserler verebilen ediplerimiz mevcuttur. Bunu Türk halkının sosyal yapısının sınıflaşmayı kabul etmemesine ve zevk bütünlüğüne bağlayabiliriz.
Türklerin İslam dinini kabul etmesinden sonra ediplerimiz dine ait algılamaları doğrultusunda eserler vermeye başlamışlardır. Türklerin sosyal hayatlarının her safhasında köklü bir değişiklik getiren bu yeni dine ait kutsallar, edebiyatın da temel konusu olmuştur. Türkün kendine has edebi zevki ve duyuşuyla dinî kavramlar zengin şekil ve türlerde en güzel örneklerini bulmuşlardır. Zaman içinde muhtevası dinî-tasavvûfî olan bir çok tür meydana getirilmiştir.
Dinî-Tasavvûfî Türk edebiyatı, içinde farklı anlayışa ve özelliklere mensup gruplamalar yapılabilecek kadar zengin ve çeşitli bir yapıya sahiptir. Bu disiplin içinde yer alacak olan Bektâşî Edebiyatı ve Bektâşîler bu gruplara, özel ve orijinal bir örnektir. Ahmet Yesevî, Edip Ahmet gibi ilklerin temelini attığı bu anlayış Yunus Emre, Mevlâna, Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram Velî, Süleyman Çelebî vb. bir çok mutasavvıfımızla gelişmiş, halk tarafından büyük ilgi ve kabul görmüştür.
M.Fuat Köprülü’nün: “İslamiyetten sonraki Türk Edebiyatında bulunan milli zevki anlayabilmek için en çok tetkîke layık bir devir, halk lisanını ve halk veznini kullanmak suretiyle geniş bir kitleye hitap etmiş ve eserleri asırlarca yaşamış büyük mutasavvıflar devridir.” şeklinde nitelediği bu dönem Dinî-Tasavvûfi Türk Edebiyatı sahasıdır.
Edebiyat araştırmacıların çoğu tarafından bağımsız bir şekilde ele alınmayan Dinî- Tasavvûfî Edebiyat mahsulleri yukarıda ifade ettiğimiz gibi şekil ve dil özelliklerine göre Divan ya da Halk Edebiyatı içinde ele alınmıştır. Bu anlayıştan dolayı Dinî-Tasavvûfî Edebiyat sahasına giren eserler müstakil olarak ele alınamamıştır. Zaman içinde bu edebiyatın bağımsız olarak ele alınması ve bu edebiyattaki şekil, tür ve örneklerin bir arada toplanmasına ihtiyaç duyuldu.
Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı sahasında Türkiye’deki önemli isimlerden biri olan
Abdurrahman GÜZEL , daha önce Türk Dili Dergisi’nin Türk Halk Şiiri özel sayısı içinde yer alan “Tekke Şiiri” ve Türk Dünyası El Kitabı’ndaki “Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı” bölümlerini hazırlayarak bu alana müstakil bir disiplin olarak yaklaşmış ve bu perspektiften bakarak adı geçen kısımları hazırlamıştır. Bu bölümler GÜZEL’in meydana getireceği bağımsız bir eserin habercisi olmuştur. Alanla ilgili bir çok araştırıcı ve öğrenciler için hazırlanan bu bölümler, birer başvuru kaynağı olmuş, zaman içinde yoğun ilgi görmüştür. Bu ilgi ve bölümlerin genişletilmesine duyulan ihtiyaçtan dolayı Abdurrahman GÜZEL Dinî -Tasavvûfî TürkEdebiyatı adlı eserini kaleme almıştır.
Abdurrahman GÜZEL’in tanıtımını yapacağımız eseri, Sözbaşı ve dört bölümden oluşmaktadır.
Sözbaşı’nda Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı kitabının üç cilt olarak yazılmasının planlandığı ve tanıtımını yapacağımız eserin giriş mahiyetinde olduğu belirtilmektedir.
Birinci bölümün ilk başlığı olan “Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalları’nın Taksiminde İhmal Edilen Bir Disiplin Olarak Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatı”, “Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı’nın Tarihini Hazırlayan Tasavvûfî Unsurlar”altbaşlığı altında ele alınmış, Türklerin İslam dinini seçmelerinden önceki ve sonraki sosyal durumlarına değinilmiştir. Burada Türklerin inançlarına verdiği değer ve inancın sosyal hayattaki öneminin İslamiyetle doruğa ulaştığı ifade edilerek “alplikten alperenliğe geçiş” özetlenmiştir.
Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatı’nın Tarihi seyrine Kısa Bir Bakış birinci bölüm içinde yer alan ikinci başlıktır. Burada, tasavvufun Türkler arasında yayılmasına değinilerek başlangıcından zamanımıza kadar Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatı yüzyıllara göre ele alınmıştır. Her yüzyılın önde gelen mutasavvıflarının isimleri verilmiş, Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı şairlerinin birleştirici, bütünleştirici yönü vurgulanmıştır.
Birinci Bölümün üçüncü başlığı Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatını Oluşturan Unsurlar üç kısım halinde incelenmiştir. Birinci kısımda Fikri Açıdan Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı ele alınmıştır. Burada bu edebiyatın fikri temelini oluşturan tasavvuftan ve onun Türkistan’da Ahmet Yesevî ile sistemleşmesinden bahsedilmiştir. Türk Tasavvuf anlayışının oluşumundan bahsedilerek bu anlayışla Anadolu’ya giden dervişlerin alp tipini gazi tipine dönüştürmelerine işaret edilmiştir. İkinci kısımda Dil ve Edebiyat açısından Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı incelenmiştir. Burada bu edebiyat mahsullerinin sanat değeri, canlılığı ve lirizmine dikkat çekilerek ediplerin milli zevk, şekil, dil ve üslup itibariyle en güzel örnekleri verdiklerine işaret edilmiştir. Müteselsil olarak Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı üçüncü kısımda ele alınmıştır. Burada kaynağını Kur’an ve sünnetten alan, Ahmet Yesevî’yi pîr kabul eden Türk tasavvuf anlayışının tarihi seyri içersinde Anadolu’da silsile halinde yetişen mutasavvıfların isimleri zikredilerek bunların millî ve orijinal örnekler verdiklerine değinilmiştir.
Birinci Bölüm içinde yer alan dördüncü başlık; Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatı ve Özellikleridir. Burada Türk Edebiyatının bir ilim dalı halini alması için karşılaştırmalı edebiyat araştırmalarının hızlandırılması gerektiğine işaret edilmiş : “Özellikle bu alandaki kişilikler, eserler, edebiyatlar olmak üzere üç alanda metod, terminoloji, muhteva, yapı, fonksiyon, tür, şekil vb. açılarından yapılacak olan mukayeseli çalışmalar Türk Edebiyatına ilim dalı olarak yeni bir çehre kazandıracaktır.” denmiştir. Yaygın olan Türk Edebiyatı tasniflerinde Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatının yerinin net olarak belirlenmediğine işaret edilerek alternatif bir tasnif verilmiştir.
Dördüncü başlığın birinci kısmında, Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatının Asli Temaları işlenmiş, bu edebiyatın “insanoğlunun her iki dünyasını da bahtiyar kılma yolunda birleştirici ve hoşgörülü bir yol takip ettiği”vurgulanarak Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatının asli temaları ifade edilmiştir. İkinci kısımda Nazım Şekilleri başlığı altında bu edebiyatta kullanılan vezin, kafiye ve nazım şekillerinden bahsedilmiştir.
Beşinci başlıkta Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatında Türler işlenmiştir. Altıncı başlık olan Dil ve Üslup Özellikleri nde Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatının anlatım tarzına değinilmiş, mecaz sistemine dikkat çekilmiştir. Birinci bölümün son başlığı Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatıdır. Burada bir bilim dalı olarak bu edebiyatın müstakil bir şekilde ele alınıp Dinî -Tasavvûfî Türk Edebiyatı şeklinde ifade edilmesinin gereği vurgulanmıştır.
Birinci bölümün sonunda bölümde ele alınan konulardan elde edilen sonuçlar netice kısmında verilmiştir.
İkinci Bölüm İslam Medeniyeti Çağlarında Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatını Hazırlayan Unsurlara Kısa bir Bakış başlığını taşımaktadır. Burada da bu edebiyatı hazırlayan unsurlara değinilmiştir. Bu anlamda Din Kavramı, Türklerin Dinî Tarihi ve Türklerdeki Belli Başlı Dinî İnanışlar kısmında Nom, Toyın, Yalvaç, Yada Taşı, Sata, Kam, Şamanizm alt kısımları altında incelenmiştir. Bundan sonra Yaratılış ve Tufan Efsaneleri, Tanrılar, Dişi Tanrılar, Kötü Tanrılar, Put-Fetişler, Yer-Sular, Ateş ve Ocak, Şaman veya Kam Hayatı, Şaman Cübbesi Külahı ve Davulu, Ayin, Tören ve Bayramlar kısımlarıyla Türklerin tarihteki dinî inanışları ve bu inanışlarla ilgili kutsallar ve törenlere değinilmiştir. Türklerin İslamiyetten önceki inançlarına ait genel bir özet yapılmıştır. Bunlardan sonra Türkler ve İslamiyet kısmında Türklerin İslam dini ile ilk temasları anlatılmıştır. Bununla birlikte tasavvufun da Türkler arasında yayılması ve başlangıcına da değinilmiştir. Bu kısımda Türk tasavvufunun tasnifi de yapılmıştır. Bu kısmı Türklerin Müslüman Oluşları ve İlk Eserleri kısmı takip etmiş Dini-Tasavvufî edebiyatın ilk ürünleri sayılan eserlerden bahsedilmiştir.
İkinci bölümün ikinci başlığı Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatının Faydalandığı Bilim Dallarından İslami İlimler adını taşımaktadır. Burada Türk Edebiyatını etkileyen Kur’an İlmi, Tefsir İlmi, Hadis İlmi, Akâid İlmi, Fıkıh İlmi, Kelâm İlmi, Siyer ve Kıyas ilimlerinin kısaca tanım ve muhtevaları verilmiştir.
Bölümün üçüncü başlığı Tasavvuf Cereyanının Kur’ân-ı Kerim, Sofiler ve Türkler’e Göre Tanımları adını taşımaktadır. Burada Tasavvuf alt başlığında bu terim, kelime ve ıstılah açısından değişik görüşler ışığında tanımlanmış, tasavvufun karakteristik özellikleri, muhtevası ve fonksiyonuna değinilmiştir. Tasavvufun Geçirdiği Dönemler “Asr-ı Saadet devri, Tâbiun devri, Tarikatlar devri” olarak incelenmiş bütün bu düşünceler doğrultusunda tasavvufun Kuran-ı Kerim’e , yabancı sûfilere ve Türk sûfilerine göre geniş bir tarifi yapılmıştır. Bu tanımlar ışığında tasavvuf, manzum ve mensur olarak çok yönlü bir şekilde tanımlanmıştır. Son kısımda Türk sûfilerinin (Ahmet Yesevî, Mevlânâ, Hacı Bektâş Velî, Yunus Emre , Kaygusuz Abdal ve Niyazi Mısrî) tasavvuf tarifleri ile, Türklerin tasavvuf anlayışının altı çizilmiş, tasavvufun, Türklerin sosyal ve kültürel hayatındaki yeri ve önemine değinilmiştir.
Orta Asya’da Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatının Başlangıç Dönemindeki İlk Mutasavvıflar eserin Üçüncü Bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümde Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig, Kaşgarlı Mahmûd’un Divanü Lugati’t-Türk, Edip Ahmet Yüknekî’nin Atabetü’l-Hakâyık, Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hikmet-Fakrnâme, Süleyman Hâkim Ata’nın Bakırgan Kitabı tanıtılmış, müellifler hakkında bilgi verilmiş ve eserlerinden seçme metinler alınmıştır.
Üçüncü bölümün ikinci başlığı Anadolu’da Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatının Başlangıcı ve Dönemin Belli Başlı Mutasavvıflarıdır. Burada Anadolu’daki Tasavvufi Düşüncenin Başlangıcında bu düşünce ışığında oluşan tarikatların (Mevlevîler, Bektaşîler, Bayramîler, Melamîler, Ahîler) fonksiyonlarından bahsedilmiştir. XII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar her yüzyıldaki mutasavvıflardan, eserlerinden ve tasavvufî türlerden bahsedilerek her yüzyıl Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı açısından kısaca değerlendirilmiştir. Bundan sonra XIII-XX. Yüzyıllarda Dönemin Belli Başlı Mutasavvıflarının ve eserlerinin detaylı tanıtıldığı bölümler gelmektedir. Bu çerçevede XIII. Yüzyılın Belli Başlı Mutasavvıfları; “Mevlâna Celâleddin Rûmî, Hacı Bektaş Velî, Sultan Veled, Ahmed Fakih, Şeyyâd Hamza, Yunus Emre, Nasreddin Hoca” ele alınmıştır. Her mutasavvıfın hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgiler verilmiş, eserlerinden seçilen örneklerle bu şahıs ve eserlerin Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatındaki yeri ve önemi belirtilmiştir. Bu yöntemle diğer yüzyıllarda incelenen mutasavvıflar şunlardır: XIV. Yüzyıl: “Abdal Mûsa, Kaygusuz Abdal, Said Emre, Gülşehri, Aşık Paşa, Kadı Darir, Elvan Çelebi, Rabguzî”, XV.Yüzyıl; “Hacı Bayram Veli, Akşemseddin, Yazıcızâde Mehmed, Süleyman Çelebi, Eşrefoğlu Rûmî, Kemal Ümmî, Emir Sultan, Rûşenî, İbrahim Tennûrî”, XVI.Yüzyıl: “İbrahim Gülşenî, Ahmed Sârban, Bursalı Muhyiddin Üftâde, Aziz Mahmûd Hüdâyî, Şah İsmail Safavî (Hatâî), Vâhib Ümmî, Pir Sultan, Kul Himmet, Muhyiddin Abdal, XVII.Yüzyıl: “Adem Dede, Elmalılı Sinan Ümmî, Niyazi-i Mısrî, Şeyhülislam Yahyâ, Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Kul Nesîmî, Âşık Virânî, Nakşi Akkirmanî, Gaybi Sunullah”, XVIII. Yüzyıl: “Bursalı İsmail Hakkı, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mahdum Kulu, Neccarzâde Şeyh Rıza, Cemâlî, Üsküdarlı Hâşim, Kul Şükrü, Nasuhî, Senâyî, Mehdî, Mahvî ”, XIX. Yüzyıl: “Seyrânî, Turâbî, Keçecizâde İzzet Molla, Şeyhülislam Arif Hikmet, Adile Sultan, Salih Baba, Bitlisli Müştak Baba”, XX.Yüzyıl: “Edib Harabî, Mihrâbî, Mehmed Nûri, Yozgatlı Hüznî, Aşık Molla Rahim, Derûnî, Sıtkı, Zeynel Uslu Baba”
Eserin Dördüncü Bölümü Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatında Şekil-Tür ve Anlatım Özellikleri başlığını taşımaktadır. Bu bölümün ilk ana başlığında Dinî Tasavvûfî Türk Edebiyatında Nazım Şekilleri ele alınmış, bu edebiyatta kullanılan aruz, hece ölçüleri ve kâfiyenin özelliklerinden bahsedilerek Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı mensuplarının Divan ve Aşık Edebiyatı mensupları ile müşterekliğine dikkat çekilmiştir. Bundan hareketle bu edebiyatın Divan Edebiyatına Ait Ortak Nazım Şekilleri, özellikleri açıklanarak, örneklerle beraber verilmiştir. Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatına ait (özel) nazım şekli bulunmadığı belirtilerek bu edebiyatın Divan ve Aşık Edebiyatının şekillerini kullandığı ifade edilmiştir.
Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatına Ait Türler adlı ikinci ana başlık altında tür ve şekil kavramı hakkındaki karışıklığa ve farklı görüşlere yer verilerek tasnifte muhteva özelliklerinin tercih edildiği belirtilerek bu tercihin gerekliliği ifade edilmiştir. Buna göre türler, Alah Hakkında Yazılan Türler: (Tevhid, İlâhi, Esmâi- Hüsnâ, Münacaat), Peygamber Hakkında Yazılan Türler; (Na’t, Gevher-nâme, Dolap-name, Esmâ-i Nebî, Siretü’n-Nebî, Mucizât-ı Nebî, Hicret-nâme, Mi’rac-nâme, Mevlid, Hilye, Kırk Hadis), Din ve Tasavvuf Yolunun Büyükleri Hakkında Yazılan Türler: ( Medhiye, Mersiye, Maktel-i Hüseyin, Menâkıb-nâme,Velâyet-nâme), Dinî İnançlar ve Tasavvûfî Düşüncelerle İlgili yazılan Türler: ( Vücud-nâme, Nasihat-nâme, İbret-nâme, Fazilet-nâme, Fütûvvet-nâme, Gazavât-nâme, Mansur-nâme, Minber-nâme, İstihrac-nâme, Tâc-nâme, Nevrûziye, Tahassür-nâme, Fetvâ-nâme, Tarikat-nâme, Nutuk, Hikmet, Devriye, Şathiye, Kıyamet-nâme, Mahşer-nâme, Şefaat-nâme ) toplam 47 tür olmak üzere verilmiş, bu türler tanıtılarak bu türde eser veren önemli kişiler belirtilmiştir. Ayrıca her türe ait seçme örnekler verilerek türlerin muhtevasının kavranması sağlanmıştır. Eserde bu türlerin sadece bu konularla sınırlı kalmadığı sonraki çalışmalarda farklı konularda yazılan bu edebiyata ait türleri içine alan çalışmaların da yapıldığı ifade edilmiştir. Aynı muhteva özellikleri göstermesine rağmen şekil özelliklerine bakılarak Divan ve Halk Edebiyatı içinde ele alınan türler burada ilk kez Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatına Ait Türler başlığında birarada ele alınmıştır. Bütün bu türler bu edebiyatın ayrı bir disiplin olarak ele alınması gerektiği fikrini destekler zenginlikte ve niteliktedir. Sadece bu bölüm türler arttırılarak ve örnekler arttırılarak bağımsız bir eser haline gelebilecek özelliktedir. Eserde bu edebiyata ait eserlerde fikri unsur ile dini vecd ön planda olduğu için Divan ve Halk Edebiyatlarında az görülen bir muhteva bütünlüğünü kitle iletişimi ve bütünleşmesini temin ettiği vurgulanmıştır.
Eserin dördüncü bölümünün üçüncü ana başlığı Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatının Dil ve Üslup Özellikleridir. Burada; bu edebiyatın Anlatım ve Üslûp Özellikleri, bu edebiyat mensuplarının eserlerinde sıkça kullandığı, üslûbun karakteristik özelliklerinden olan “Tekrir, Seci, Mecaz, Teşbih, Telmih, İstiâre, Nidâ, İstifham, Atasözleri ve Deyimler, Halk Söyleyişleri” kısaca açıklanarak seçkin yazar ve eserlerden verilen örneklerle pekiştirilmiştir. Netice bölümünde hazırlanan bueserle yapılan çalışma kısaca özetlenmiştir.
Sayın GÜZEL, bu eseriyle diğer edebiyatlar arasında kalan Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatını zengin ve müstakil bir edebiyat olarak belirgin bir şekilde öne çıkarmıştır. Planladığı çalışmaların tamamlanmasıyla bu fikir yadsınamayacak bir hal alacaktır. Eserde Tasavvufun tarihi seyri, İslamiyeti kabul öncesi Türklerin inanç yapılarına kadar uzanan bir çizgide ele alınmıştır. Böylece bu edebiyatın oluşumu tarihi ve sosyal şartlar ışığında işlenmiştir. Eserde başlangıçtan günümüze Dinî-Tasavvûfî Türk Edebiyatı genel hatlarıyla özlü ve özgün bir şekilde seçkin mutasavvıf ve seçilmiş metinlerle anlatılmıştır.
Abdurrahman GÜZEL’in bu eseri, üniversitelerde eğitim gören lisans ve üzeri akademik çalışmalar yapanlar için temel bir kaynak olmanın yanısıra dili ve muhtevası açısından konuya ilgi duyan herkes için de temel bir başvuru kitabı niteliğini taşımaktadır.
Uzay Araştırmaları
Mürettebattaki üçüncü kişi olan Avrupa Uzay Ajansı'ndan İspanyol astronot Pedro Duque ise ISS'de 8 gün kaldıktan sonra görevi devredecek ekiple birlikle 27 Ekim'de Dünya'ya dönecek.
Lu ve Malençenko, 6 aydır ISS'de görev yapıyordu. Foale ve Kaleri, istasyonda görev yapacak 8'inci astronot ve kozmonot ekibi olacak.
Astronomlar günümüzden 66 yıl önce tespit edilen, ancak sonra kaybolan bir asteroidin yerini belirlediler. Hermes adlı göktaşı keşfedildiği 1937 yılında, Ay ile Dünya arasına girmiş ve Dünya’ya çarpma tehlikesi yaratacak derecede yaklaşmıştı. Bu tespitten 5 gün sonra Güneş ışınlarının parlaklığı nedeniyle gözlem dışı kalmıştı. Hermes daha sonra bir daha görülmedi. Astronomlar Hermes’i uzay fotoğrafında küçük karanlık bir nokta şeklinde yeniden tespit etmeyi başardılar; yörünge hesapları yapıldı ve karanlık noktanın Hermes olduğuna karar verildi.
66 YILDIR GÖRÜLMEDİ
Hermes ilk olarak Heidelbergli Karl Reinmuth tarafından 28 Ekim 1937’de keşfedilmişti. 5 gün boyunca gözlemledikten sonra, Hermes’in izini kaybettirmişti. Reinmuth asteroidin Dünya’nın 800.000 kilometre yakınından geçtiğini hesaplamıştı.
Arizona’daki Lowell Laboratuvarı’ndan Brian Skiff 15 Ekim’de Hermes olduğunudan şüphe ettiği bir göktaşını not düştü. Dünya etrafında bir çok göktaşının bulunduğunu bilen Skiff, göktaşının aşırı derece parlak olmasında şüphelenerek, Cambridge’teki Minor Planet Center’dan Timothy Spahr’ı arayarak sözkonusu noktanın koordinatlarını verdi. Kendi teleskoplarıyla gözlem yapan merkez, noktanın Hermes olduğuna kara verdi ve böylece Skiff’in gözlemi teyit edildi.
Astronomlar Hermes’in çapının 1 ila 2 kilometre arasında olduğunu tahmin ediyorlar.
Çin'in ilk uzay seferinde Dünya yörüngesini 14 kez dolaşan "taikonot", Çin Seddi'nin uzaydan görülebildiğine ilişkin efsaneyi sona erdirdi. Yarbay Yang Liwei, yıllardır "uzaydan görülebilen tek insan yapısı" olarak bilinen 2400 kilometrelik Çin Seddi'ni uzaydan göremediğini söyledi. Dünyaya dönüşünün ardından uzay kapsülünden çıktıktan hemen sonra gazetecilerin karşına geçen taikonot Wliwei, bir televizyon muhabirinin "Uzaydan Çin Seddi'ni görebildiğiniz doğru mu?" sorusuyla karşılaştı. Taikonot'un cevabı "Hmm, hayır" oldu.
Bu iki kelimeyle, dünyanın en uzun duvarının uzaydan görülebildiği efsanesi yalanlanmış oldu.
NASA yetkilileri bu cevabın sürpriz olmadığı değerlendirmesini yaparak, yıllardır astronotların uzaydan gördükleri şeylerin bulutların beyazlığı, okyanusların maviliği, çöllerin sarı rengi ve biraz yeşil alan olduğunu belirtiyor.
Hindistan, bu sabah uzaya bilimsel amaçlı kullanmak üzere bir uydu yolladı. 1360 kilo ağırlığındaki gözlem uydusunu taşıyan füze, Hindistan'ın güneydoğusundaki Sriharikota'da bulunan uzay üssünden fırlatıldı. Yetkililer, Resourcesat-1 adını verdikleri uydunun, Dünya yörüngesinden daha çok tarım alanlarını ve yerleşim hareketlerinin çevre üzerindeki etkisini izleyeceğini belirtti.
Avustralyalı ve Amerikalı iki işadamının satışa sunduğu Dünya'nın uydusu Ay'daki arsaları alanların sayısı 2 milyona çıktı. "Lunar Reality" şirketi aracılığıyla yarından itibaren Avustralya'da da satışa sunulacak Ay'daki parsellerin ücretlerinin yarım hektar için 34 ve 4 hektar için 174 euro olduğu belirtildi. Avustralyalı işadamı Paul Jackson, Ay'daki arsaları ülkesinde satma hakkını, bu uydu üzerindeki mülkiyet hakkını 23 yıl önce alan Amerikalı meslektaşı Dennis Hope'dan aldığını kaydetti.
Hope, Ay arsalarını 1980 yılından bu yana 180 ülkeden 2 milyon kişiye sattı.
Ay ve gezegenler üzerindeki mülkiyet hakkını, ABD hükümetine başvurarak üzerine kaydettirdiğini iddia eden Hope, 1967 yılında BM tarafından imzalanan uzay sözleşmesindeki bir boşluk sayesinde bu tür bir hak iddiasında bulunabildiğini öne sürüyor.
BM'nin imzaladığı sözleşmede, devletlerin Ay'da toprak sahibi olamayacağı belirtilirken, özel kişiler konusunda herhangi bir ifade bulunmuyor.
Rusya ve Fransa Rus Soyuz roketlerinin, Fransız Guaynası’ndaki Kourou Uzay Üssü’nden fırlatılmasını öngören anlaşmayı imzaladılar. Rusya Baykonur Üssü yerine, Güney Amerika’nın kuzeydoğu kıyısındaki eski Fransız sömürgesinde bulunan Kourou Üssü’nü seçmesinin nedeni olarak Kourou’nun ekcatora yakınlığı ve bu yakınlık sonucu yakıt masraflarını kısılması olarak açıkladı.
Uzaya gönderilen, uzay araçları yörüngelerine ekvator etrafında diziliyorlar. Bu durumda, araçların ekvatora yakın bölgelerden fırlatılmaları, mesafeyi kısaltarak masrafları da düşürüyor.
Anlaşmaya göre, Rusya ve Fransa aynı rampayı ve teknik ekipmanı kullanacaklar. Fransız Başbakanı Jean-Pierre Raffarin, Rus Başbakanı Mikhail Kasyanov ile yaptığı görüşmeden sonra Fransa’nın 600 milyon dolarlık projenin yarısı karşılayacağını açıkladı.
Rusya, komünist rejimin devrildiği 1991 yılından bu yana uzay araştırmaları bütçesinde kısıtlamaya gitmişti.
Yörüngeleri gereği Güneş’in aynı tarafında ‘dizilen’ Dünya'ya en yakın beş gezegen, on gün boyunca gökyüzünde çıplak gözle görülebilecek. Yaklaşık 30 yılda bir meydana gelen gök olayı sayesinde, Güneş Sistemi'nde Dünya'ya en yakın beş gezegen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ü her gece Ay ile birlikte nisan ayı başına dek gözlemlemek mümkün olacak.
ABD'nin California eyaletindeki Pasadena Uzay Merkezi'nden gökbilimci Myles Standish, çok nadir rastlanan bir gök olayının yaşanacağını belirterek, yörüngeleri "kesiştiği" için beş gezegenin Güneş’in aynı tarafında sıralanacaklarını ve böylece gökyüzünde geceleyin harika bir görüntü oluşturacaklarını kaydetti.
Standish, 2036'dan önce bir daha bu tür bir manzaraya rastlamanın mümkün olmayacağını da söyledi.
Bilim adamları, bu gezegenleri çıplak gözle görebilmek için günbatımı sonrası gözlem yapılması ve havanın açık olması gerektiğini kaydediyorlar. Özellikle Merkür'ü görmenin zor olduğunu ifade eden bilim adamları, her ne kadar gezegenlerin gökyüzünde dizildikleri söylense de dağınık halde olacakları uyarısında bulunuyorlar.
SSCB ve ABD'den sonra kendi olanaklarıyla uzaya insan göndermeyi başaran üçüncü ülke olan Çin, Ay'a ''yakın plan'' uydu gönderme işlemini hızlandırdı. Çin’in bir yıl erkene aldığı proje adını bir ölümsüzlük efsanesinden alıyor. Resmi Yeni Çin haber ajansının haberine göre, Pekin hükümeti, Ay'a ulaşmanın 2007'de değil, bir yıl daha erken, 2006'da gerçekleştirilmesini kararlaştırdı. Çin geçen yıl 15 Ekim'de, kendi olanaklarıyla imal ettiği Şıncou 5 isimli ilk insanlı uzay aracını yörüngeye göndermişti. Tek taykonotlu araç, Dünya çevresinde 21 saat boyunca 14 tur döndükten sonra 16 Ekim'de paraşütle karaya inmişti.
Çin'in geçen yıla kadar genelde gizli tuttuğu ''uzay aşkı'', artık düzenli olarak kamuoyuna duyuruluyor. Ay'ın yakın plan üç boyutlu fotoğraflarını çekecek olan uydu, Çin mitolojisinde yaşayan ve Ay'a giden tanrıça ''Çange''nin adını taşıyacak. Masala göre Çange, kocasından çaldığı ölümsüzlük iksiriyle Ay'a gitmiş.
2 ton 350 kg ağırlığındaki Çange uydusu, Ay için ek 130 kg'lık cihazlar da taşıyacak. Proje, Dongfanghong 3 uydu teknolojisi temelinde gelişiyor. Çange, insanlı Şıncou ve Amerikalılara ait olanlar dahil, çok sayıda telekomünikasyon uydusunu yörüngeye taşıyan Uzun Yürüyüş III A roketiyle göreve gönderilecek.
UZAY İSTASYONU DA GÜNDEMDE
Çin, 2010'a dek Ay'a insansız araç indirmeyi, 2020'ye kadar da Ay'da insanlı araştırma ve örnek toplama planlanıyor. Şinhua, Ay programının ilk bölümünün 1 milyar 400 milyon yüen (230trilyon TL) maliyetinde olduğunu açıkladı.
Çin, insanlı ikinci uzay aracını da Dünya yörüngesine muhtemelen iki veya üç taykonotla gelecek yıl gönderecek.
Pekin hükümeti, Rus Uzay Kurumu, Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi, Avrupa Uzay Kurumu, Japonya ve Brezilya'nın katkıda bulunduğu, Dünya yörüngesinde 380 km irtifada yapımı süren Uluslararası Uzay İstasyonu gibi hizmet verecek daimi yörünge istasyonu da kurmak istiyor.
Bilim adamlarının radyo sinyalleri aracılığıyla, dünya dışındaki zeki yaşam formlarını bulmaya yönelik en kapsamlı araştırması, herhangi bir canlı izine rastlanamadan sonuçlandı. Phoenix olarak adlandırılan proje kapsamında, Puerto Rico’daki Arecibo radyo teleskobu on yıl boyunca dünya etrafındaki 800 yıldızı dinlemeye aldı. Ancak gökbilimciler milyarlarca farklı frekansta, yüksek duyarlılıkla yaptıkları gözlemlerde zeki yaşam formlarının varlığını kanıtlayacak bir radyo sinyaline rastlayamadı.
Radyo sinyalleri çok uzak mesafeler kat edebildiği için uzaylıları bulabilmenin en iyi yolu olarak nitelendiriliyor. Bu yöntemin kullanıldığı en kapsamlı araştırma olan Phoenix Projesi çerçevesinde son olarak, Dünya’dan 88 ışık yılı uzaklıkta bulunan “HD 169882” adlı yıldız incelemeye alındı. Ancak bu yıldızdan da uzaylıların varlığını destekleyecek bir sinyal gelmedi.
Uzmanlara göre, eğer uzayda zeki yaşam formları varsa, bu durumun iki neden var: Ya uzaylılar sinyal göndermeye sıcak bakmıyor ya da bunu insanların tespit edemediği bir şekilde yapıyorlar.
Phoenix Projesi yöneticisi Peter Backus, on yıl boyunca yaptıkları çalışmalarda aradıkları kanıtı bulamamış olsalar da çok şey öğrendiklerini ve seneye çok daha kapsamlı bir projeyi hayata geçirecekleri söyledi. Backus, on yıllık çalışmalarının sonucunu da şu sözlerle değerlendirdi: “Dünyanın etrafı sakin.”
Çin’nin yarı resmi gazetelerinden Pekin Gençlik, Ay’a gidecek Çin uzay aracının 2012’de uzaya gönderileceğini duyurdu. Çin uzay çalışmalarını yürüten üst düzey yetkililerden biri olan Ouyang Ziyuan, uzay aracının Ay’da kurulacak uzay üssü ile ilgili olarak veri toplayacağını açıkladı.
Uzay aracı kamera, teleskoplar ve sismolojik cihazlar yardımıyla Ay yüzeyinde üs kurmaya uygun bölgeleri araştıracak. Çin halk kültüründe Ay’a uçan masal kahramanı Chang’e yaratığından esinlenilerek Chang’e adı verilen uzay programı üç bölümden oluşuyor.
ÇİNLİ TAYKONOT AY’A İNECEK
Birinci aşamada, tamamı Çin teknolojisiyle üretilen 2 tonluk uzay aracı 2007’de Ay’a fırlatılacak ve uydunun etrafında 12 ay boyunca keşif uçuşları yapacak. Ay yüzeyinin üç boyutlu görüntülerini çekecek olan araç, yüzey hakkında bilgi toplayacak. Resmi haber ajansı bu projenin maliyetini 170 milyon dolar olarak bildirdi.
İkinci aşamada 2010 ile 2020 yılları arasında Ay’a insansız uzay araçları inecekler. Bu araçlar yüzeyden toprak numuneleri toplayacaklar. Çin, yine bu zaman zarfında Ay’a taykonotlu bir uzay aracı gönderecek. Üçüncü aşamada ise uzayda daimi bir uzay istasyonunun kurulması bulunuyor.
Ekim 2003’te uzay ilk Çinli taykonotu gönderen Çin, bir zamanla son derece gizlilikle yürüttüğü uzay araştırmaları ile bilgileri artık resmi haber ajansları vasıtasıyla dünyaya duyurmaktan çekinmiyor.
NASA Mars'ta bir zamanlar tuzlu deniz bulunduğunu saptadı. Bilim adamlarına göre bu durum bir zamanlar gezegende yaşama olanak vermiş olabilir. Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi yetkilisi Steve Squyres, Mars'ta bulunan Opportunity (Fırsat) adlı robotun, bir zamanlar gezegen üzerinde tuzlu sudan oluşan deniz bulunduğunu kanıtladığını söyledi. Squyres, robottan gelen verilerin, denizde kayaçlar oluştuğunu, bunun da hayatın gelişmesine fırsat vermiş olması gerektiğini gösterdiğini kaydetti. NASA uzmanı, "Tahminimize göre, Opportunity'nin bulunduğu bölge, bir vakitler tuzlu denizdi. O zamanki ortamın yaşamın gelişmesine elverişli olduğunu görüyoruz" dedi.
Ne zaman yok olduğu bilinmiyor
Robotun incelediği bazı kayaçların tuzlu su çökeltilerinden kaynaklandığını belirten uzman, boyutlarını bilemedikleri denizin ne zaman oluşup yok olduğunu da bilemediklerini anlattı. NASA yetkilisi Ed Weiler de "Bu sonuçlar, Merih'teki iddialı keşif programını daha da geliştirmek için bizi kışkırtıyor. Bir zamanlar Merih'te mikropların yaşayıp yaşamadığını öğrenmek istiyoruz.Şunu da öğrenmeye can atıyoruz: orada yaşayabilir miyiz?" dedi. NASA'nın elde ettiği sonuçların, bu akşam açıklanmadan önce bağımsız uzmanlarca doğrulandığı kaydedildi
1943'den Günümüze
Bir sogan soyulurken yasariyor da gözler,
Hazine soyulurken aldirmiyor öküzler,
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen basini,
Gerdan kir, belini bük, al gitsin maasini.
Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme,
Bir hak için kendine, dik baslidir dedirtme,
Dogru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... diye salla hemen basini,
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maasini.
Unutma bu ocagin adi asiyaptir,
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptir.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptir.
Sana lazim olan sey, sallayarak basini,
El öpüp, etek öpüp almaktir maasini.
Bu güvercin eder mi atmacalarla yaris,
Ögrenmeden dünyayi gezdim de karis karis,
Vazgeç hak sevdasindan sen de kervana karis,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen basini,
Gerdan kir, belini bük, al gitsin maasini"
Abdullah Çaglayan
Sanirim 1943 yilindan bu yana degisen bir sey yok !
Demokrasi
Gerçek demokrasinin etimolojik kökeni "demos" (halk) ve "kratos" (egemenlik) kelimelerine dayalıdır. Gerçek demokrasi, kısaca, halkın egemenliği demektir. Gerçek demokraside egemenliğin gerçek sahibi "birey" ve nihayetinde, bir devlet sınırları içerisinde yaşayan "halk"tır.
Demokrasi, yüzyıllar boyunca insanlığın hep ideali olmuş, ancak günümüze değin bir "fantazma" olmanın ötesine gidememiştir. Demokrasinin gerçek anlamı, insanlık tarihi boyunca çarpıtılarak anlam erozyonuna ve yorum enflasyonuna uğratılmıştır. Tarihte en katı otokratik rejimler bile demokrasi kelimesini kendilerine yakıştırabilmişlerdir. Marksist demokrasi deyimi bunun bir örneğidir.
Bugün çok özendiğimiz çağdaş batı demokrasileri de maalesef gerçek demokrasinin özüne ve ruhuna tümüyle uygun değildir. Gerçek demokrasi, şüphesiz, bir fazilet rejimidir. Ancak, çağdaş batı ülkeleri demokrasi yolunda çok önemli mesafeler almakla birlikte, bugünkü haliyle bir fazilet rejimi olmaktan çok uzaktırlar.
Günümüzde genel ve eşit oy sistemine dayalı "katılım" ve "temsil" çağdaş demokrasilerin temel özelliklerinden birisidir. Buna temsili demokrasi adı verilmektedir. İkinci olarak, çağdaş demokrasilerde "çoğulculuk" ilkesi geçerlidir. Çoğulcu demokrasi (plüralizm) siyasi partilerin sayıca çok olması ve iktidar için rekabet etmeleri anlamına gelmektedir. Üçüncü olarak, çağdaş demokrasiler, esas itibariyle çoğunlukçu demokrasi özelliğine sahiptir. Çoğunlukçuluk, seçim ve oylama mekanizmasında oy çokluğu ilkesinin geçerli olması demektir. Son olarak, çağdaş demokrasilerin bir diğer önemli kurumu da parlamentonun üstünlüğü ilkesidir. Bu son ilke de, parlamenter demokrasi olarak adlandırılmaktadır.
Bugün, çağdaş batı demokrasilerinde uygulanmakta olan temsili demokrasi ya da yarı- doğrudan demokrasi gerçek demokrasi demek değildir. Gerçek demokraside egemenliğin meşru kaynağı halktır. Günümüz temsili demokrasilerinde egemenlik hakkı ve yetkisi milletin seçtiği temsilcilere devredilmiştir. Dolayısıyla, temsili demokrasilerde seçimle işbaşına gelen siyasal iktidarlar buradan hareketle sık sık "milli irade"yi temsil ettiklerinden sözederler. Uygulamada kendilerini milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak gören siyasal iktidarlar, millet adına sahip oldukları güçleri ve yetkileri, seçilmiş oldukları dönem içerisinde gelecek seçimler endişesi ve kuvvetler ayrılığı kurumu dışında başka bir sınırlamaya tâbi olmaksızın istedikleri şekilde kullanabilmektedirler.
Temsili demokrasilerde seçimle iş başına gelmiş siyasal iktidarın, milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak kabul edilmesi büyük bir hata ve yanılgıdır. Bir kere, çağdaş temsili demokrasiler çoğunlukçu demokrasi özelliğine sahip olduklarından, demokraside halkın ya da milletin iradesi değil aksine çoğunluğun iradesi geçerlidir. Çoğunluk iradesini milli irade olarak kabul edip, siyasal iktidarı güç ve yetkisini kullanması yönünden tümüyle meşru olarak görmek doğru değildir. Ancak, oybirliğiyle ya da oybirliğine yakın bir çoğunlukla (kaliteli çoğunluk ya da nitelikli çoğunluk) seçilmiş bir iktidar, milli iradenin temsilcisi olduğunu söyleyebilir. Yoksa, basit çoğunlukla iktidarı kazanan bir parti ya da oylarını birleştirerek çoğunluk oluşturan partiler (koalisyonlar) hiçbir zaman milli iradenin temsilcisi olarak kabul edilemezler.
Çoğunlukçu demokrasi; siyasal ilgisizlik, siyasal bilgisizlik ve siyasal unutkanlık adı verilen faktörler dolayısıyla gerçek demokrasi olmaktan fazlasıyla uzaktır. Toplumda herkes siyasal kararlara ve uygulamalara ilgi göstermeyebilir. Bu bireysel ilgisizlik ve kayıtsızlık dışında devlet de bazen depolitizasyon politikası ile vatandaşları siyasal katılımdan uzak tutabilir.
Çoğunlukçu demokrasiyi zaafa uğratan bir diğer neden de siyasal bilgisizliktir. Seçmenlerin eğitim ve kültür seviyelerinin düşük olması gibi nedenlerle vatandaşlar doğru tercih ve kararlarda bulunamayabilirler. Siyasal partiler, siyasal manipülasyonlar (yalan-dolan, aşırı vaatte bulunma, propoganda vs.) yaparak seçmenin cehaletinden istifade ederek onun tercihini kolaylıkla kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilirler. Ayrıca, siyasal unutkanlık adını verebileceğimiz bir diğer faktör dolayısıyla, önceki seçimlerde aldatılmış seçmen siyasal manipülasyonlarla tekrar kandırılabilir.
Bugün çağdaş demokrasilerde halk gerçek anlamda bir siyasal egemenlik imkânından yoksundur. Demokrasi olarak adlandırılan yönetimde maalesef halkın değil, siyasal iktidarın ve çıkar ve baskı gruplarının egemenliği söz konusudur.
Çağdaş demokrasileri esasen plütokrasi olarak adlandırmak mümkündür. Eski Yunanca plutos (zenginler) ve kratos (iktidar) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş olan plütokrasi kavramı günümüzde çıkar ve baskı gruplarının egemenliği olarak ifade edilebilir.
Bugün, çağdaş demokrasilerde "kutsal parlamento" ya da "yüce meclis" düşünceleri de çoğunlukçu temsili demokrasinin zaafından ve çarpıklığından başka bir şey değildir. Parlamentonun üstünlüğü, yüceliği ya da kutsallığı ancak gerçek demokrasinin kurallarının ve kurumlarının işlemesi ve varlığı halinde sözkonusu olur. Bir kurum, ancak içindekilerle yüceltilebilir. Doğru olmayan karar, tercihler ve çıkar lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun yüceliğinden ve üstünlüğünden sözedilemez. Maalesef, bugünkü haliyle parlamenter demokrasilerde parlamentonun üstünlüğü fikri o kadar yerleşmiştir ki, parlamentonun yetkilerinin sınırlanması önerilerinin antidemokratik olacağı savunulur olmuştur.
Demokrasi kavramı, yönetimin kimin elinde bulunduğu; liberalizm ise, yönetimin ekonomik güç ve yetkilerinin kapsamı ile ilgilidir. Yönetimin bir tek kişi veya bir grup ya da zümre elinde bulunması "otokrasi"; halkın elinde bulunması ve temsilcileri aracılığıyla kullanılması ise "demokrasi" yi ifade etmektedir.
Devletin ekonomik alandaki gücünün ve yetkilerinin, yani devlet yönetiminin kapsamının sınırlı olduğu bir ekonomik düzen "liberalizm", bunun tersi ise, yani devletin ekonomik güç ve yetkilerinin geniş olduğu; sınırsız ya da aşırı devlet müdahalesinin söz konusu olduğu bir ekonomik düzen ise "totaliterizm"dir. Daha kısa bir ifadeyle, liberalizm, sınırlı devlet; totaliterizm ise, sınırsız devlet ya da aşırı müdahaleci devlet anlamına gelmektedir.
Totaliter rejimlerde tüm üretim faktörleri devlet tarafından sahiplenilmiştir ve özel mülkiyet sözkonusu değildir veya çok sınırlıdır. Totaliter rejimlerde ekonomide merkezi bir planlamayla kimin için, nasıl ve ne miktarda üretim yapılacağına karar verilir. Totaliterizmde ekonomik ve siyasi özgürlükler sözkonusu değildir veyahut oldukça sınırlıdır. Ekonomik özgürlüğün olmaması; üretici için, teşebbüs özgürlüğünün, tüketici için, tercih özgürlüğünün olmaması anlamına gelir.
Uygulamada her ne kadar adına marksist demokrasi ya da sosyalist demokrasi dense de totaliter rejimlerde demokrasi, yani halkın egemenliği değil, bürokrasinin egemenliği sözkonusudur. Sonuç olarak, totaliterizmin demokrasi ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Sovyet Rusya'nın yıkılması ile birlikte totaliterizmin ne kadar anti-demokratik ve özgürlükçü olmayan bir rejim olduğu daha iyi anlaşılmıştır.
Demokrasi, insan haklarını ve özgürlüklerini korumak ve güvence altına almak için yeterli olamaz. İnsanın ekonomik hakları ve özgürlükleri ancak liberalizm ile korunabilir. Liberal ekonomik düzende, hür teşebbüs ve tüketici için tercih özgürlüğü sözkonusudur. Devletin ekonomik alandaki gücünün ve yetkilerinin, görevlerinin ve fonksiyonlarının sınırsız, buna karşın, aşırı devlet müdahalesinin sözkonusu olduğu bir ekonomik düzende, sonuç olarak, bireylerin ekonomik özgürlükleri sınırlanmış olur. Ekonomide serbestlik, liberal ekonomik düzenin temel taşı, olmazsa olmaz koşuludur.
Şüphesiz, demokrasi olmadan da liberalizm yaşayamaz. Hür düşünce, din ve vicdan hürriyeti ancak demokratik bir rejimde sözkonusu olabilir. Demokratik bir rejimde parlamentonun ve siyasal iktidarın güç ve yetkileri sınırlandırılmadığı takdirde totaliter rejime doğru yol almak kaçınılmaz olur.
Demokratik ve liberal bir toplum ancak liberal demokrasi ya da anayasal demokrasi ile gerçekleştirilebilir. Liberal demokrasi, toplumsal uzlaşma ve sözleşme metni olarak kabul edilen anayasalarda, devletin güç ve yetkilerinin sınırlandırıldığı, bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı bir yönetim şeklidir. Bir başka ifadeyle, liberal sosyal düzenin ilkeleri üzerinde toplumsal uzlaşmanın sağlandığı, siyasal iktidarların hukuk kurallarının sınırları içinde güç ve yetkilerini kullandığı yönetim şekli liberal demokrasidir.
Çağdaş demokrasilerde sınırsız siyasal güç söz konusudur. Sınırsız demokrasi anlayışının temel kaynağı Rousseau'nun Halk Egemenliği teorisine dayanır. Rousseau, çoğunluk iradesini ve tercihini, halkın iradesi ve tercihi olarak kabul eder.
Gerçek demokrasi, çoğunluk egemenliğini değil, halkın egemenliğini savunur. Gerçek demokraside çoğunluk oylarına sahip bir iktidarın yetkilerinin sınırsız olmaması gerektiği savunulur.
Çağdaş demokrasilerde yöneticiler sınırsız güç ve yetkilere sahip durumdadırlar. Gerçek demokrasi için, halk adına devleti yönetenlerin güç ve yetkileri mutlaka hukuk kuralları ile sınırlandırılmalıdır. Sınırlandırılmış ve hukuk kurallarına bağlı bir devlet yönetimi demarşidir. Demarşi, demokrasiden daha iyi yönetimdir.
Oybirliği demokrasisi (Doğrudan Demokrasi) günümüz açısından ütopyadan öteye bir anlam taşımamaktadır. Ancak oybirliğine dayalı olmayan bir demokrasi hiçbir zaman mükemmel bir yönetim sistemi olamaz. Günümüzde çoğunluk egemenliğine dayalı bir temsili demokrasi "realite" olarak varlığını sürdürmektedir. Çoğunlukçu temsili demokrasi "ideal" değil, ancak "kötünün en iyisi" bir rejimdir. Günümüzde uygulanan çoğunlukçu temsili demokrasi daha iyi bir yönetim sistemi mevcut olmadığı için kabul etmek zorunda olduğumuz bir yönetim sistemidir. Demokrasinin çoğunluk despotizmi ve keyfiyete dayalı bir oligarşik rejim olmaması için önemli olan, katılımcı-uzlaşmacı-oybirliğine yakın bir sistemi uygulanabilir yapmaktır.
Demokrasi, tüm otoriter rejimlere karşıdır. Eski çağlardan günümüze değin hep halkın değil, bir kişinin yönetimi ve egemenliği (monarşi, despotizm, tiranlık, krallık, imparatorluk, diktatörlük vs.) veyahut da bir grubun ya da zümrenin yönetimi ve egemenliği (oligarşi, teokrasi, aristokrasi, plütokrasi, timokrasi vs.) sözkonusu olmuştur. Halkın egemenliğini temsilcileri aracılığıyla kullandığı iddia edilen demokratik rejimlerde (temsili demokrasi, yarı doğrudan demokrasi) ise, çoğunluğun egemenliği ve tahakkümü söz konusu olmuş, azınlık hakları ise istismar edilmiştir. Çoğunlukçu demokrasi anlayışında halk dört ya da beş yılda bir göstermelik seçim sandıklarına giden "çağdaş köle" durumuna düşürülmüştür.
Eski antik çağlardan günümüze değin "güç" her zaman "güçlünün" elinde olmuştur. Eski Mısır teokrasisi'nde tanrı kimliğindeki Firavun halkın sesi olduğunu iddia etmiştir. Atina Şehir Devleti'nde köleler siyasal toplumdaki haklardan dışlanmış, sömürülmüş ve soyluların egemenliği (aristokrasi) sözkonusu olmuştur. Tarih içerisinde kralların, sultanların, imparatorların ve diktatörlerin egemenliği var olmuştur. Oysa, gerçek demokrasi için, halkın gerçek iradesini temsil eden bir yönetimin iktidarda bulunması önemlidir.
Gerçek demokraside prensip olarak "temsili vekalet" değil "emredici vekalet" geçerlidir. Bunun anlamı şudur: Egemenliğin gerçek sahibi olan halk, temsilcilerine kendilerini yönetmeleri için bir vekalet vermektedir. Bu içi boş bir vekâlet değildir. Daha açık bir ifadeyle halk, temsilcilerine seçim yoluyla verdiği vekalet içerisinde vekillerinin anayasada belirtilen çerçevede güçlerini ve yetkilerini kullanmalarını istemektedir. Yöneticilerin anayasayı ihlal etmeleri halinde, emredici vekaletin gereği yöneticiler azledilebilirler.
Serbest piyasa ekonomisinin tam anlamıyla işleyebilmesi için, devletin güç ve yetkilerinin, görev ve fonksiyonlarının zaman ve mekan faktörleri ile ülkenin sosyo-ekonomik şartları dikkate alınmak suretiyle tespit edilmesi gerekir. Açık ve serbest toplum için, sınırlı devlet ve sınırlı demokrasi (Demarşi) ilkeleri önem taşımaktadır.
Demokrasi, yüzyıllar boyunca insanlığın hep ideali olmuş, ancak günümüze değin bir "fantazma" olmanın ötesine gidememiştir. Demokrasinin gerçek anlamı, insanlık tarihi boyunca çarpıtılarak anlam erozyonuna ve yorum enflasyonuna uğratılmıştır. Tarihte en katı otokratik rejimler bile demokrasi kelimesini kendilerine yakıştırabilmişlerdir. Marksist demokrasi deyimi bunun bir örneğidir.
Bugün çok özendiğimiz çağdaş batı demokrasileri de maalesef gerçek demokrasinin özüne ve ruhuna tümüyle uygun değildir. Gerçek demokrasi, şüphesiz, bir fazilet rejimidir. Ancak, çağdaş batı ülkeleri demokrasi yolunda çok önemli mesafeler almakla birlikte, bugünkü haliyle bir fazilet rejimi olmaktan çok uzaktırlar.
Günümüzde genel ve eşit oy sistemine dayalı "katılım" ve "temsil" çağdaş demokrasilerin temel özelliklerinden birisidir. Buna temsili demokrasi adı verilmektedir. İkinci olarak, çağdaş demokrasilerde "çoğulculuk" ilkesi geçerlidir. Çoğulcu demokrasi (plüralizm) siyasi partilerin sayıca çok olması ve iktidar için rekabet etmeleri anlamına gelmektedir. Üçüncü olarak, çağdaş demokrasiler, esas itibariyle çoğunlukçu demokrasi özelliğine sahiptir. Çoğunlukçuluk, seçim ve oylama mekanizmasında oy çokluğu ilkesinin geçerli olması demektir. Son olarak, çağdaş demokrasilerin bir diğer önemli kurumu da parlamentonun üstünlüğü ilkesidir. Bu son ilke de, parlamenter demokrasi olarak adlandırılmaktadır.
Bugün, çağdaş batı demokrasilerinde uygulanmakta olan temsili demokrasi ya da yarı- doğrudan demokrasi gerçek demokrasi demek değildir. Gerçek demokraside egemenliğin meşru kaynağı halktır. Günümüz temsili demokrasilerinde egemenlik hakkı ve yetkisi milletin seçtiği temsilcilere devredilmiştir. Dolayısıyla, temsili demokrasilerde seçimle işbaşına gelen siyasal iktidarlar buradan hareketle sık sık "milli irade"yi temsil ettiklerinden sözederler. Uygulamada kendilerini milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak gören siyasal iktidarlar, millet adına sahip oldukları güçleri ve yetkileri, seçilmiş oldukları dönem içerisinde gelecek seçimler endişesi ve kuvvetler ayrılığı kurumu dışında başka bir sınırlamaya tâbi olmaksızın istedikleri şekilde kullanabilmektedirler.
Temsili demokrasilerde seçimle iş başına gelmiş siyasal iktidarın, milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak kabul edilmesi büyük bir hata ve yanılgıdır. Bir kere, çağdaş temsili demokrasiler çoğunlukçu demokrasi özelliğine sahip olduklarından, demokraside halkın ya da milletin iradesi değil aksine çoğunluğun iradesi geçerlidir. Çoğunluk iradesini milli irade olarak kabul edip, siyasal iktidarı güç ve yetkisini kullanması yönünden tümüyle meşru olarak görmek doğru değildir. Ancak, oybirliğiyle ya da oybirliğine yakın bir çoğunlukla (kaliteli çoğunluk ya da nitelikli çoğunluk) seçilmiş bir iktidar, milli iradenin temsilcisi olduğunu söyleyebilir. Yoksa, basit çoğunlukla iktidarı kazanan bir parti ya da oylarını birleştirerek çoğunluk oluşturan partiler (koalisyonlar) hiçbir zaman milli iradenin temsilcisi olarak kabul edilemezler.
Çoğunlukçu demokrasi; siyasal ilgisizlik, siyasal bilgisizlik ve siyasal unutkanlık adı verilen faktörler dolayısıyla gerçek demokrasi olmaktan fazlasıyla uzaktır. Toplumda herkes siyasal kararlara ve uygulamalara ilgi göstermeyebilir. Bu bireysel ilgisizlik ve kayıtsızlık dışında devlet de bazen depolitizasyon politikası ile vatandaşları siyasal katılımdan uzak tutabilir.
Çoğunlukçu demokrasiyi zaafa uğratan bir diğer neden de siyasal bilgisizliktir. Seçmenlerin eğitim ve kültür seviyelerinin düşük olması gibi nedenlerle vatandaşlar doğru tercih ve kararlarda bulunamayabilirler. Siyasal partiler, siyasal manipülasyonlar (yalan-dolan, aşırı vaatte bulunma, propoganda vs.) yaparak seçmenin cehaletinden istifade ederek onun tercihini kolaylıkla kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilirler. Ayrıca, siyasal unutkanlık adını verebileceğimiz bir diğer faktör dolayısıyla, önceki seçimlerde aldatılmış seçmen siyasal manipülasyonlarla tekrar kandırılabilir.
Bugün çağdaş demokrasilerde halk gerçek anlamda bir siyasal egemenlik imkânından yoksundur. Demokrasi olarak adlandırılan yönetimde maalesef halkın değil, siyasal iktidarın ve çıkar ve baskı gruplarının egemenliği söz konusudur.
Çağdaş demokrasileri esasen plütokrasi olarak adlandırmak mümkündür. Eski Yunanca plutos (zenginler) ve kratos (iktidar) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş olan plütokrasi kavramı günümüzde çıkar ve baskı gruplarının egemenliği olarak ifade edilebilir.
Bugün, çağdaş demokrasilerde "kutsal parlamento" ya da "yüce meclis" düşünceleri de çoğunlukçu temsili demokrasinin zaafından ve çarpıklığından başka bir şey değildir. Parlamentonun üstünlüğü, yüceliği ya da kutsallığı ancak gerçek demokrasinin kurallarının ve kurumlarının işlemesi ve varlığı halinde sözkonusu olur. Bir kurum, ancak içindekilerle yüceltilebilir. Doğru olmayan karar, tercihler ve çıkar lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun yüceliğinden ve üstünlüğünden sözedilemez. Maalesef, bugünkü haliyle parlamenter demokrasilerde parlamentonun üstünlüğü fikri o kadar yerleşmiştir ki, parlamentonun yetkilerinin sınırlanması önerilerinin antidemokratik olacağı savunulur olmuştur.
Demokrasi kavramı, yönetimin kimin elinde bulunduğu; liberalizm ise, yönetimin ekonomik güç ve yetkilerinin kapsamı ile ilgilidir. Yönetimin bir tek kişi veya bir grup ya da zümre elinde bulunması "otokrasi"; halkın elinde bulunması ve temsilcileri aracılığıyla kullanılması ise "demokrasi" yi ifade etmektedir.
Devletin ekonomik alandaki gücünün ve yetkilerinin, yani devlet yönetiminin kapsamının sınırlı olduğu bir ekonomik düzen "liberalizm", bunun tersi ise, yani devletin ekonomik güç ve yetkilerinin geniş olduğu; sınırsız ya da aşırı devlet müdahalesinin söz konusu olduğu bir ekonomik düzen ise "totaliterizm"dir. Daha kısa bir ifadeyle, liberalizm, sınırlı devlet; totaliterizm ise, sınırsız devlet ya da aşırı müdahaleci devlet anlamına gelmektedir.
Totaliter rejimlerde tüm üretim faktörleri devlet tarafından sahiplenilmiştir ve özel mülkiyet sözkonusu değildir veya çok sınırlıdır. Totaliter rejimlerde ekonomide merkezi bir planlamayla kimin için, nasıl ve ne miktarda üretim yapılacağına karar verilir. Totaliterizmde ekonomik ve siyasi özgürlükler sözkonusu değildir veyahut oldukça sınırlıdır. Ekonomik özgürlüğün olmaması; üretici için, teşebbüs özgürlüğünün, tüketici için, tercih özgürlüğünün olmaması anlamına gelir.
Uygulamada her ne kadar adına marksist demokrasi ya da sosyalist demokrasi dense de totaliter rejimlerde demokrasi, yani halkın egemenliği değil, bürokrasinin egemenliği sözkonusudur. Sonuç olarak, totaliterizmin demokrasi ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Sovyet Rusya'nın yıkılması ile birlikte totaliterizmin ne kadar anti-demokratik ve özgürlükçü olmayan bir rejim olduğu daha iyi anlaşılmıştır.
Demokrasi, insan haklarını ve özgürlüklerini korumak ve güvence altına almak için yeterli olamaz. İnsanın ekonomik hakları ve özgürlükleri ancak liberalizm ile korunabilir. Liberal ekonomik düzende, hür teşebbüs ve tüketici için tercih özgürlüğü sözkonusudur. Devletin ekonomik alandaki gücünün ve yetkilerinin, görevlerinin ve fonksiyonlarının sınırsız, buna karşın, aşırı devlet müdahalesinin sözkonusu olduğu bir ekonomik düzende, sonuç olarak, bireylerin ekonomik özgürlükleri sınırlanmış olur. Ekonomide serbestlik, liberal ekonomik düzenin temel taşı, olmazsa olmaz koşuludur.
Şüphesiz, demokrasi olmadan da liberalizm yaşayamaz. Hür düşünce, din ve vicdan hürriyeti ancak demokratik bir rejimde sözkonusu olabilir. Demokratik bir rejimde parlamentonun ve siyasal iktidarın güç ve yetkileri sınırlandırılmadığı takdirde totaliter rejime doğru yol almak kaçınılmaz olur.
Demokratik ve liberal bir toplum ancak liberal demokrasi ya da anayasal demokrasi ile gerçekleştirilebilir. Liberal demokrasi, toplumsal uzlaşma ve sözleşme metni olarak kabul edilen anayasalarda, devletin güç ve yetkilerinin sınırlandırıldığı, bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı bir yönetim şeklidir. Bir başka ifadeyle, liberal sosyal düzenin ilkeleri üzerinde toplumsal uzlaşmanın sağlandığı, siyasal iktidarların hukuk kurallarının sınırları içinde güç ve yetkilerini kullandığı yönetim şekli liberal demokrasidir.
Çağdaş demokrasilerde sınırsız siyasal güç söz konusudur. Sınırsız demokrasi anlayışının temel kaynağı Rousseau'nun Halk Egemenliği teorisine dayanır. Rousseau, çoğunluk iradesini ve tercihini, halkın iradesi ve tercihi olarak kabul eder.
Gerçek demokrasi, çoğunluk egemenliğini değil, halkın egemenliğini savunur. Gerçek demokraside çoğunluk oylarına sahip bir iktidarın yetkilerinin sınırsız olmaması gerektiği savunulur.
Çağdaş demokrasilerde yöneticiler sınırsız güç ve yetkilere sahip durumdadırlar. Gerçek demokrasi için, halk adına devleti yönetenlerin güç ve yetkileri mutlaka hukuk kuralları ile sınırlandırılmalıdır. Sınırlandırılmış ve hukuk kurallarına bağlı bir devlet yönetimi demarşidir. Demarşi, demokrasiden daha iyi yönetimdir.
Oybirliği demokrasisi (Doğrudan Demokrasi) günümüz açısından ütopyadan öteye bir anlam taşımamaktadır. Ancak oybirliğine dayalı olmayan bir demokrasi hiçbir zaman mükemmel bir yönetim sistemi olamaz. Günümüzde çoğunluk egemenliğine dayalı bir temsili demokrasi "realite" olarak varlığını sürdürmektedir. Çoğunlukçu temsili demokrasi "ideal" değil, ancak "kötünün en iyisi" bir rejimdir. Günümüzde uygulanan çoğunlukçu temsili demokrasi daha iyi bir yönetim sistemi mevcut olmadığı için kabul etmek zorunda olduğumuz bir yönetim sistemidir. Demokrasinin çoğunluk despotizmi ve keyfiyete dayalı bir oligarşik rejim olmaması için önemli olan, katılımcı-uzlaşmacı-oybirliğine yakın bir sistemi uygulanabilir yapmaktır.
Demokrasi, tüm otoriter rejimlere karşıdır. Eski çağlardan günümüze değin hep halkın değil, bir kişinin yönetimi ve egemenliği (monarşi, despotizm, tiranlık, krallık, imparatorluk, diktatörlük vs.) veyahut da bir grubun ya da zümrenin yönetimi ve egemenliği (oligarşi, teokrasi, aristokrasi, plütokrasi, timokrasi vs.) sözkonusu olmuştur. Halkın egemenliğini temsilcileri aracılığıyla kullandığı iddia edilen demokratik rejimlerde (temsili demokrasi, yarı doğrudan demokrasi) ise, çoğunluğun egemenliği ve tahakkümü söz konusu olmuş, azınlık hakları ise istismar edilmiştir. Çoğunlukçu demokrasi anlayışında halk dört ya da beş yılda bir göstermelik seçim sandıklarına giden "çağdaş köle" durumuna düşürülmüştür.
Eski antik çağlardan günümüze değin "güç" her zaman "güçlünün" elinde olmuştur. Eski Mısır teokrasisi'nde tanrı kimliğindeki Firavun halkın sesi olduğunu iddia etmiştir. Atina Şehir Devleti'nde köleler siyasal toplumdaki haklardan dışlanmış, sömürülmüş ve soyluların egemenliği (aristokrasi) sözkonusu olmuştur. Tarih içerisinde kralların, sultanların, imparatorların ve diktatörlerin egemenliği var olmuştur. Oysa, gerçek demokrasi için, halkın gerçek iradesini temsil eden bir yönetimin iktidarda bulunması önemlidir.
Gerçek demokraside prensip olarak "temsili vekalet" değil "emredici vekalet" geçerlidir. Bunun anlamı şudur: Egemenliğin gerçek sahibi olan halk, temsilcilerine kendilerini yönetmeleri için bir vekalet vermektedir. Bu içi boş bir vekâlet değildir. Daha açık bir ifadeyle halk, temsilcilerine seçim yoluyla verdiği vekalet içerisinde vekillerinin anayasada belirtilen çerçevede güçlerini ve yetkilerini kullanmalarını istemektedir. Yöneticilerin anayasayı ihlal etmeleri halinde, emredici vekaletin gereği yöneticiler azledilebilirler.
Serbest piyasa ekonomisinin tam anlamıyla işleyebilmesi için, devletin güç ve yetkilerinin, görev ve fonksiyonlarının zaman ve mekan faktörleri ile ülkenin sosyo-ekonomik şartları dikkate alınmak suretiyle tespit edilmesi gerekir. Açık ve serbest toplum için, sınırlı devlet ve sınırlı demokrasi (Demarşi) ilkeleri önem taşımaktadır.
Türkiye - Rusya Ekonomik ve Ticari İlişkileri
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye’nin hem siyasi hem de ekonomik ve ticari politikalarında her zaman önemli ve öncelikli bir konuma sahip olan eski SSCB ile olan ilişkilerimiz, 1992 yılı başından itibaren Rusya Federasyonunun kurulması ve ülkede yaşanan piyasa ekonomisine geçiş süreci ile birlikte daha da önem kazanmış ve bölgenin ekonomik ve siyasi istikrara kavuşması açısından en belirleyici unsurlardan biri haline gelmiştir.
İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin dönüm noktasını; 1967 tarihinde imzalanan ve SSCB tarafından bazı sınai tesislerin inşası amacıyla ülkemize yaklaşık 200 milyon dolar tutarında kredi açılması ve anılan krediye ait yıllık taksit ve faizlerin geri ödemelerinin ülkemiz menşeli mallarla yapılması esasına dayanan Anlaşma oluşturmuştur. Türk ihraç mallarının SSCB piyasasına girmesinde ve iki ülke arasındaki ticaret hacminin geliştirilmesinde büyük bir rol oynayan ve “Özel Hesap” olarak bilinen, 1995 yılı sonu itibariyle de tasfiye edilen bu düzenleme çerçevesinde ülkemiz açısından o tarihlerde büyük önem arz eden İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Aliağa Petrol Rafinerisi, Orhaneli Termik Santrali gibi önemli sanayi kuruluşlarımızın tesisi için finansman sağlanmıştır.
SSCB’nin dağılmasından hemen önce Rusya Federasyonu ile 1991 yılında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının sonuçlandırılması, ardından 1992 yılı Mayıs ayı içinde bağıtlanan bir dizi belge ile SSCB ile imzalanmış bulunan çeşitli Anlaşma ve Protokollerin Rusya Federasyonu tarafından üstlenildiği hususunda mutabakat sağlanması, ülkelerimizin ikili ilişkilere süreklilik kazandırılmasına verdikleri önemin açık bir göstergesini teşkil etmektedir.
1984 yılında eski SSCB ile imzalanan ve halihazırda Rusya Federasyonu ile sürdürülmekte olan Doğal Gaz Anlaşması 1996 yılında ifade ettiği yıllık yaklaşık 530 milyon dolarlık büyüklükle, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin diğer önemli bir boyutunu teşkil etmektedir.
1967 yılında sanayi tesisleri inşasının finansmanında kullanmak üzere, SSCB’den kredi alan ülkemiz, 1989 yılından itibaren Eximbank aracılığı ile kullandırdığı kredilerle borçlu ülke konumundan kurtularak, kreditör ülke konumuna gelmiştir. Türk Eximbank tarafından 1989-1991 yılları arasında toplam 800 milyon dolarlık alıcı ülke kredisi açılmış, ancak, daha sonra kredi geri ödemelerinde karşılaşılan sorunlar nedeniyle, anılan kredilerin 599 milyon dolarlık kısmı kullandırılmıştır. Ayrıca, Eximbank tarafından 1990 yılında imzalanan anlaşma ile Rusya Federasyonuna açılması öngörülen 350 milyon dolar tutarındaki yatırım kredisinin kullanım esaslarının tesbit edilmesine ilişkin Protokol 1995 yılı sonunda imzalanmış ve bu çerçevede Vosstanya Oteli ve İş Merkezi projesine ilişkin kredi anlaşması 1996 yılı Aralık ayı içerisinde yürürlüğe girmiştir.
Yukarıda kısaca özetlenen Anlaşmalar çerçevesinde önceleri SSCB daha sonra ise, başta Rusya Federasyonu olmak üzere diğer BDT ülkeleri ile yürütülmekte olan ikili ticari ve ekonomik ilişkilerimizde önemli gelişmeler kaydedilmiş ve 1991 yılında Sovyetler Birliği ile 1.7 milyar dolar olan dış ticaret hacmimiz, SSCB’nin dağılması ile birlikte hızla artan bir trend izleyerek, 1995 yılında 5.4 milyar dolara ulaşmıştır. Sözkonusu ticaret hacminin % 61.7’sine tekabül eden 3.3 milyar dolarlık kısmının Rusya Federasyonu ile gerçekleştirildiği dikkate alındığında, Rusya Federasyonunun ülkemiz açısından taşıdığı önem açıkça ortaya çıkmaktadır.
1992 yılında 438,5 milyon dolar olan Rusya Federasyonu’na yönelik ihracatımız 1995 yılında 1.2 milyar dolara yükselmiş, ithalatımız ise aynı dönemler itibariyle 1 milyar dolardan 2.1 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. 1996 yılının ilk dört aylık döneminde, Rusya Federasyonu’na yönelik ihracatımız bir önceki yılın aynı dönemine göre % 65 oranında bir artış kaydederek 447 milyon dolara yükselirken, ithalatımız ancak % 2 oranında artarak 551 milyon dolara ulaşmıştır. Toplam ihracatımızda % 10’luk bir artışın gerçekleştiği 1996 yılının ilk çeyreğinde Rusya’ya yönelik ihracatımızdaki artış oranının % 65 seviyelerine ulaşması, anılan ülkenin ihracatımız açısından taşıdığı potansiyelin en belirgin göstergesidir.
Özellikle, son yıllarda iki ülke arasındaki ticari ilişkilere damgasını vuran diğer bir gelişme ise yapılan kimi hesaplamalara göre 3-5 milyar dolar kimi hesaplamalara göre ise 8-10 milyar dolar seviyesine ulaşmış bulunan “bavul ticareti”dir. Halihazırda resmi ihracat kayıtlarına tabi olmayan ve ağırlıklı olarak Rusya Federasyonu vatandaşlarına yönelik sözkonusu ticaretin de yukarıdaki rakamlara ilave edilmesi halinde ticari ilişkilerimizin bugün için ulaştığı nokta daha da dikkat çekici bir hal alacaktır.
Ticari ilişkilerimizde yaşanan bu önemli gelişmelere paralel olarak 1993 yılında 903 olan Rusya Federasyonu’na ihracat yapan firmalarımızın sayısı, 1995 yılında 2130’a ulaşmıştır. Bu rakamlara yukarıda bahsekonu ticaret şekli ile iştigal eden firmalarımızın sayısı dahil edilmemiştir. Öte yandan, Moskova Ticaret Müşavirliği kayıtlarına göre, Moskova’da açılan Türk firma temsilciliği sayısı da 170’i aşmıştır.
Diğer taraftan, Türk müteahhitlik firmaları, 1987 yılından bugüne kadar Rusya Federasyonu’nda yaklaşık 7.5 milyar dolar tutarında 379 proje üstlenmişlerdir. Bu projelerin yaklaşık 3.1 milyar dolarlık bölümü tamamlanmış olup, halihazırda 97 Türk firması bu ülkede faaliyet göstermektedir.
Buraya kadar kısaca özetlenmeye çalışılan iki ülke ekonomik ve ticari ilişkilerinin daha detaylı incelenmesine ve ileriye dönük stratejilerin belirlenmesine ilişkin görüşlere geçmeden önce, son yıllarda gerek siyasi, gerekse sosyal ve ekonomik açıdan büyük bir yapısal değişiklik gösteren Rusya Federasyonu’nun mevcut ekonomik durumunun ana hatları itibariyle başlıklar halinde kısaca özetlenmesinde fayda görülmektedir.
-Piyasa ekonomisine geçiş sürecinin başlamasıyla fiyatların belirlenmesinde piyasa mekanizmasına işlerlik kazandırılması neticesinde 1991 yılından itibaren ekonomide yüksek enflasyonla beraber önemli bir daralma yaşanan Rusya Federasyonu’nda GSYİH 1991-1994 döneminde her yıl ortalama %15 oranında azalmış, enflasyon oranı ise 1992 yılında %2600’lük rekor seviyeye ulaştıktan sonra 1994 yılında ancak %320’ye düşürülebilmiştir. 1995 yılında alınan ekonomik önlemler neticesinde GSYİH’daki azalış oranı % 4’lere kadar gerilemiş, enflasyon oranında ise hedeflere ulaşılamamakla birlikte önemli oranda bir düşüş kaydedilmiş ve enflasyon yıl sonu itibariyle % 133 olarak gerçekleşmiştir.
-1996 yılında enflasyon aylık bazda % -0.2’lere kadar gerilemiş ve yılın genelinde enflasyon reform sürecinin başladığı 1992 yılından bu yana en düşük seviye olan % 21.8 olarak gerçekleşmiştir.
-1996 yılında GSYİH’nın % 1 oranında daralması beklenmekle birlikte, 1997 yılında ekonominin % 4 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir.
-Rusya Federasyonunun kurulduğu günden bu güne kadar geçen süre zarfında özelleştirme alanında da önemli gelişmeler kaydedilmiş ve bugün sanayide istihdam edilen işçilerin % 80’inden fazlası özel sektörde çalışır hale gelmiştir.
-Artan dış borç servisinin ekonomi üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin giderilmesi amacıyla, 1995 yılı sonu itibariyle toplam 121 milyar dolara ulaşan dış borç stoğunun, 38.7 milyar dolarlık kısmı 29 Nisan 1996 tarihinde Paris Klubü ile imzalanan anlaşma çerçevesinde yeni bir takvime bağlanmıştır.
-IMF ile yapılan anlaşma çerçevesinde 1996-1998 yıllarını kapsamak üzere 10.2 milyar dolarlık yeni bir kredinin sağlanması hususunda mutabakata varılmış ve bu çerçevede kredinin kullandırılmasına başlanmıştır. Ancak, 1996 yılının ikinci yarısında, IMF, Rusya’nın çok yüksek boyutlara ulaşan vergi kaçağını önlemeye yönelik gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmediği gerekçesiyle, kredi kullanımını askıya almıştır.
-Rusya’nın ekonomisine dair iyimser beklentiler Ekim ayı içerisinde kredi derecelendirme kuruluşları tarafından da onaylanmış ve Rusya borç ödeme kapasitesi bakımından yapılan ülke sıralamasında Arjantin ve Brezilya’nın üzerinde yer almıştır.
-Dış ticaretin 1992 yılından itibaren süren gelişme trendi 1995 yılında da devam etmiş, ithalat bir önceki yıla göre % 62 oranında artarak 35.7 milyar dolardan 57.9 milyar dolara, ihracat ise yine aynı oranda artarak 48 milyar dolardan 77.8 milyar dolara ulaşmıştır. Bu çerçevede, dış ticaret hacmi 135.7 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve dış ticaret fazlası 19.9 milyar dolara ulaşmıştır. Dış ticarete konu malların kompozisyonu incelendiğinde, toplam ithalatın % 30’unun gıda maddelerinden oluştuğu, petrol ve doğal gaz satışından elde edilen gelirin ise toplam ihracatın % 30’unu aştığı görülmektedir.
-1992-1994 döneminde 4 milyar dolar seviyesinde yabancı sermaye yatırımı gerçekleşmiş, 1995 yılı sonu itibariyle ise toplam rakam 6 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır.
Rusya Federasyonu son yıllarda uluslararası kuruluşlarla ilişkilerin düzenlenmesi ve dünya ekonomik sistemiyle bütünleşme yolunda yasal alt yapının oluşturulmasına yönelik önemli adımlar atmaktadır. Bu çerçevede, 1994 yılı Aralık ayında üyelik başvurusu yapılan DTÖ’ye katılım müzakerelerinin yakın bir tarihte sonuçlanması beklenmektedir. Diğer taraftan, Rusya ile AB arasında 24 Haziran 1994 tarihinde imzalanan Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın ticari hükümleri 1 Şubat 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin Rusya Federasyonu ile yakın siyasi, ticari ve ekonomik ilişkileri bulunan Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova ile 1994 yılı içerisinde Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları imzalaması, önümüzdeki yıllarda Rusya başta olmak üzere anılan ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşması imzalanması yönünde önemli bir adım olarak nitelendirilmektedir. Nitekim, AB ile Rusya Federasyonu arasında STA müzakerelerine 1998 yılında başlanacağı beklenmektedir.
Yukarıda özetlenmeye çalışılan değerlendirmeden de görüleceği üzere, son yıllarda ekonomik açıdan önemli gelişmeler kaydeden Rusya Federasyonu’nda önümüzdeki yıllarda makro ekonomik istikrarın sağlanması ile birlikte çok büyük bir potansiyel oluşacaktır. Bu itibarla, Rusya Federasyonu ile siyasi ilişkilerimiz başta olmak üzere, ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi her iki ülke ekonomisine çok büyük faydalar sağlayacaktır. Ayrıca, giderek daha önemli bir siyasi ve ekonomik güç haline gelen Rusya Federasyonu ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerimizin daha da geliştirilmesi, ülkemizin AB’ne tam üyelik hedefini gerçekleştirebilmesi açısından da tamamlayıcı bir rol oynayacaktır.
148 milyonluk nüfusu ile dünyanın en önemli pazarları arasında yer alan Rusya Federasyonu’nun toplam ithalatı içerisinde ülkemiz ihracatının son yıllarda gözlenen olumlu gelişmelere rağmen, ancak yaklaşık % 2’lik bir paya sahip olması, coğrafi yakınlığın ticaret üzerindeki olumlu etkileri de dikkate alındığında, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesi zaruretini açıkça ortaya çıkarmaktadır. Batı ülkelerinden farklı olarak her gelir grubundan geniş bir nüfus yapısına sahip olan Rusya Federasyonu’nun tüketim talebi de anılan gelir farklılıklarına paralel olarak çok geniş bir ürün yelpazesini kapsamaktadır. Sözkonusu durum, diğer pazarlarda ihracat imkanı sınırlı olan mallarımız açısından da büyük bir potansiyel yaratmaktadır. Bu itibarla, her gelir düzeyine hitap edebilecek geniş bir ürün yelpazesiyle ve gelişmiş Moskova bölgesiyle sınırlı kalmayarak zengin doğal kaynakları ve sanayi potansiyeli bulunan Tataristan, Dağıstan, Başkırdistan gibi otonom cumhuriyetler de dahil olmak üzere, tüm bölgeleri kapsayacak şekilde Rus pazarına, direkt ihracatın yanısıra, bölgede kurulacak depo-antrepo-mağaza gibi dağıtım kanalları vasıtasıyla doğrudan tüketiciye hitap edecek şekilde yönelinmesi hem ülkemiz sanayinin geliştirilmesi hem de ihracatımızın arttırılması açısından büyük önem arzetmektedir.
Ülkemiz firmalarının yurtdışında mağaza açmalarına ilişkin projelerin finansmanı amacıyla Eximbank tarafından 1996 yılında uygulamaya konulan orta vadeli kredi programı çerçevesinde Rusya Federasyonu’nda açılacak mağazaların finansmanına öncelik verilmesi ve bu kapsamda Moskova’da toplam 18 bin m2’lik bir alana inşa edilmesi planlanan bir mağaza için Eximbank tarafından 7.5 milyon dolar, toptancı hali projesi için ise 5 milyon dolar olmak üzere toplam 12.5 milyon dolarlık kredi tahsis edilmesi, anılan pazarda ülkemiz mallarının yer edinebilmesi açısından çok önemli bir adım olarak nitelendirilmelidir.
Daha önce de belirtildiği gibi bavul ticareti iki ülke arasındaki ticari ilişkilerde çok önemli bir yer tutmaktadır. Son yıllarda hızla artmakta olan bavul ticaretinin başta sağladığı döviz geliri olmak üzere ülkemiz ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunduğu bir gerçektir. Bavul ticareti sayesinde, bugüne kadar ihraç konusu olmayan mallarımız için ihraç potansiyeli yaratılmış ve küçük esnaf ve sanayicilerimizin dış pazarlarla tanışmaları ve bu çerçevede kayıtlı ihracata yönelmeleri açısından da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak, bavul ticaretinin kayıt dışı olması itibariyle kayıtlı ekonomi aleyhine haksız rekabet yarattığı ve kalite ve standart denetimine tabi olmaması nedeniyle de Türk malı imajını zedelediği gerçeği de gözardı edilmemelidir. Ayrıca, Rusya Federasyonu da bavul ticaretinin iç sanayini olumsuz yönde etkilediğini, bütçe gelirlerinin önemli bir kalemini oluşturan gümrük vergisinde önemli bir gelir kaybına yolaçtığını, sözkonusu ticarete konu olan malların kalite ve standart denetimine tabi olmaması nedeniyle tüketiciye zarar verdiğini öne sürerek, bu ticaret şekline geçtiğimiz Ağustos ayı başından itibaren değer ve ağırlık bazında kısıtlamalar getirmiştir.
Bu itibarla, anılan ticaretin yasal bir zemine oturtulması ve başta Rusya Federasyonu olmak üzere, bavul ticaretinin yöneldiği diğer tüm ülkelerde alternatif pazarlama metodlarının geliştirilerek bu büyük potansiyelin dış ticarete aktif olarak yönlendirilmesi; ülkemiz menşeli malların kalite ve standart denetiminin sağlanması, gelecekte büyük bir potansiyel arzedecek Rusya pazarında kaliteli Türk malı imajının yerleştirilmesi açısından çok büyük önem arzetmektedir. Bu çerçevede, Aralık ayı içerisinde Sayın Tansu Çiller ile Moskova Hükümeti Başkanı Sayın Yuri Lujkov arasında imzalanan niyet protokolu kapsamında Moskova’da ülkemiz ürünlerini tanıtmak ve doğrudan nihai tüketiciye sunmak amacıyla Türk Ticaret Merkezi kurulması çalışmalarına başlanması, kaliteli Türk malı imajının yaratılmasına yönelik atılmış çok önemli bir adım olarak nitelendirilmelidir.
Ayrıca, iki ülkenin farklı üretim yapılarına sahip olmaları da ülkelerimiz açısından büyük bir potansiyel yaratmaktadır. Zengin doğal kaynaklara ve ülkemizden farklı bir sanayiye sahip olan Rusya Federasyonu ile ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi, ekonomilerimizin tamamlayıcı yapıları dikkate alındığında, her iki ülkenin çıkarlarına olduğu kadar bölgenin ekonomik kalkınmasına ve hatta bölgede siyasi istikrarın sağlanmasına da hizmet etmiş olacaktır.
Halihazırda, bölgede yaşanan üretim eksikliği esas itibariyle ithalatla karşılanmakla birlikte, orta vadede sanayinin geliştirilmesine yönelik olarak alınan tedbirler çerçevesinde, sadece Rusya Federasyonu’nda değil BDT ükelerinin tümünde korumacı tedbirlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bu itibarla, ülkemiz firmalarının anılan bölgelerde yerel sermaye ile ortak yatırıma yönelmeleri konusunda girişimde bulunmaları ve sözkonusu girişimlerin devlet tarafından da desteklenmesi orta ve uzun vadede ülkemize ekonomik açıdan büyük faydalar sağlayacaktır. Halihazırda, gerek siyasi gerekse ticari açıdan oldukça riskli bir ülke olarak nitelendiren ancak reformların tamamlanması ile birlikte çok büyük bir potansiyel arzedecek olan Rusya Federasyonu’nda ortak yatırım imkanlarının geliştirilmesine yönelik olarak alınacak tedbirler, ülkemizin anılan potansiyelden azami ölçüde yararlanması açısından çok büyük bir önem arzetmektedir.
Bu çerçevede, müteaahitlerimiz de dahil olmak üzere, ülkemiz yatırımcılarının, özellikle Rusya Federasyonu ve BDT ülkelerinde gerçekleştirecekleri yatırımlara uzun vadeli kredi, sigorta ve garanti desteği sağlayacak “Dış Yatırımlar Kredi Garanti ve Sigorta Kurumu”nun oluşturulması, anılan ülkelerdeki yatırımlarımızın arttırılması ve dolayısıyla hızla artmakta olan tüketim talebinin ülkemiz firmalarınca karşılanması imkanını yaratacak ve ülkemizin sözkonusu pazarda sağlam bir yer edinmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
Ülkemiz girişimcilerinin Rusya Federasyonu’ndaki yatırımları kadar üzerinde önemle durulması gereken diğer bir husus ise, kalifiye insan gücüne sahip ve enerji de dahil olmak üzere kimya sanayi, demiryolu elektrifikasyonu, metro inşası gibi yüksek teknoloji içeren belirli konularda uzmanlaşmış bulunan Rus firmaları ile ülkemizde ortak yatırım imkanlarının geliştirilmesidir. Bu vesileyle ülkemiz sanayii Rusya’da mevcut yetişmiş işgücü potansiyelinden yararlanma imkanına kavuşturulmuş olacaktır.
Bu noktada Doğal Gaz Anlaşmasına tekrar değinmek istiyorum. 1987 yılından başlayarak 25 yıl süreyle ülkemize doğal gaz sevkiyatını garanti altına alan Doğal Gaz Anlaşması yukarıda da ifade edildiği gibi, bir taraftan yıllık olarak öngörülen 5-6 milyar m3 doğal gaz sevkiyatı, diğer taraftan doğal gaz bedelinin karşılığında ülkemiz menşeli malların Rusya Federasyonu’na ihracatına ilişkin hükümleri vasıtasıyla iki ülke arasında yarattığı ek ticaret imkanı ile ikili ticari ilişkilerin önemli bir boyutunu teşkil etmektedir. Buna ilave olarak, ülkemiz sanayiinde ve meskenlerde günden güne yaygınlaşan doğal gaz kullanımı ve gittikçe artan enerji ihtiyacı dikkate alındığında, doğal gaz miktarının arttırılmasına yönelik son dönemde başlatılan çalışmaların da bir an önce sonuçlandırılması hayati bir önem taşımaktadır.
Yıllık 5 milyar dolar turizm geliri ile önemli bir turizm ülkesi haline gelen ülkemiz, özellikle son yıllarda Rus vatandaşlarından da büyük bir ilgi görmektedir. Serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci ile birlikte son yıllarda ortaya çıkan varlıklı Rus kesiminin tatillerini yurtdışında değerlendirmeye başlaması ve gittikleri ülkeler için yüksek tüketim talepleri ile önemli bir gelir kaynağı oluşturması, bu ülke vatandaşlarını sadece ülkemiz açısından değil diğer ülkeler açısından da hedef kitle haline getirmiştir. Bu itibarla, sözkonusu hedef kitleye yönelik olarak etkin bir tanıtım programı düzenlenerek, anılan ülke vatandaşlarının tatillerini ülkemizde değerlendirmeleri imkanının yaratılması halinde, kültürel ilişkilerimizin yanısıra ticari ilişkilerimizde de önemli gelişmeler kaydedilebilmesi için imkan yaratılmış olacaktır. Ortak turizm ve havayolu şirketlerinin kurulması da iki ülke arasındaki turizm faaliyetlerinin geliştirilmesinde büyük rol oynayacaktır.
Ayrıca, Rusya’da yaşanan ekonomik gelişmeler çerçevesinde son yıllarda hızla artan hizmet sektörü talebi ülkemiz firmaları açısından büyük bir potansiyel yaratmaktadır. Bu potansiyelin azami ölçüde değerlendirilebilmesi, özellikle ülkenin geneline yaygın bir şekilde hizmet verebilecek ve artan tüketim eğiliminden doğrudan etkilenen otelcilik, fast food zincirleri, süpermarketler, benzin istasyonu, otomobil bakım ve onarım servisleri gibi konularda ortak yatırımlar ile mümkün olabilecektir.
Daha önce de belirtildiği gibi, tarım ürünleri ithalatı Rusya’nın toplam ithalatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu itibarla, Rusya’nın tarım ürünleri ihtiyacının, yaş meyve ve sebze başta olmak üzere tarım ürünleri ve gıda sanayinde büyük bir potansiyele sahip olan ülkemiz firmalarınca gerek ortak yatırım gerekse ihracat yoluyla karşılanması ikili ticari ilişkilerimizin bu alanda da geliştirilmesi açısından büyük önem arzetmektedir.
Bilindiği gibi, müteahhitlik hizmetleri iki ülke arasındaki ticari ilişkilerde önemli bir yer tutmaktadır. Müteahhitlerimiz bugüne kadar başta Rusya Federasyonu olmak üzere, diğer BDT ülkelerinde üstlenmiş oldukları projeleri başarıyla tamamlayarak, pazarda kendilerini kabul ettirmişlerdir. Önemli bir ticari ve politik risk unsuru ihtiva eden bu ülkeler grubuna yönelik müteahhitlik hizmetlerimizin daha da geliştirilebilmesi sözkonusu riskleri kapsayacak geniş kapsamlı garanti ve sigorta programlarının oluşturulmasına bağlıdır.
Diğer taraftan, zengin doğal kaynaklarıyla dünyanın en önemli stratejik merkezlerinden biri konumunda bulunan Rusya Federasyonu, 49 trilyon metre küp civarında olduğu tahmin edilen doğal gaz kaynaklarıyla toplam dünya rezervlerinin % 35’ini elinde bulundurmakta, aynı zamanda petrol rezervlerinde de Suudi Arabistan ve ABD’nin ardından üçüncü sırayı almaktadır. Ayrıca, Sibirya ve Ural dağları gibi belirli bölgelerinde önemli doğal kaynaklara sahip olan Rusya dünyanın önemli bir altın, demir, bakır ve nikel üreticisi konumundadır. Böylesi zengin doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen, pazarlama alanındaki deneyimsizlikleri nedeniyle bu kaynaklarını dünya piyasalarına yeterli düzeyde arz edemeyen Rusya Federasyonu ve diğer BDT ülkelerinin doğal zenginliklerinin pazarlanmasında (Finlandiya örneğinde olduğu gibi) uluslararası piyasalardan elde ettikleri kazançların ve dolayısıyla ülkemiz döviz gelirlerinin arttırılmasında önemli bir rol oynayabilecektir.
Diğer taraftan, iki ülkeyi birbirine bağlayan diğer önemli bir gelişme ise, 1992 yılında ülkemizin öncülüğünde İstanbul Deklarasyonu ile hayata geçirilen Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) projesidir. Türkiye, Yunanistan, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Moldova, Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Romanya, Ermenistan ve Gürcistan’ın üye olduğu KEİ projesi çerçevesinde, üye ülkeler arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi suretiyle, bölge ülkelerinin potansiyelinin en iyi şekilde değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Rusya Federasyonu’nun KEİ üyesi eski SSCB ülkeleri ile olan yakın siyasi ve ticari ilişkileri dikkate alındığında, Rusya Federasyonu ile geliştirilecek iyi ilişkiler KEİ’nin kuruluş amaçlarının gerçekleştirilmesinde de önemli bir rol oynayacaktır.
Yukarıda kısaca yapılan değerlendirmeden de görüleceği üzere, Rusya Federasyonu, zengin doğal kaynakları, kalifiye insan potansiyeli, henüz ticari açıdan tam olarak değerlendirilemeyen teknolojisi, ülkemizle tamamlayıcı üretim yapısı, BDT ve özellikle de Orta Asya Cumhuriyetlerindeki ortak çıkarlarımız ve herşeyden önce ülkemizle olan tarihi ve coğrafi yakınlığı açısından ülkemiz için büyük önem taşımaktadır. Bu itibarla, gerek siyasi gerekse makro ekonomik istikrarın sağlanması ile birlikte önümüzdeki yıllarda çok önemli politik ve ekonomik güç haline gelecek Rusya Federasyonu ile ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ülkemiz açısından olduğu kadar bölgede siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması açısından da çok büyük önem arzetmektedir. Bu ilişkilerin geliştirilmesinde, iki ülke işadamlarına yıllardan beri en geniş anlamda biraraya gelme fırsatı sağlayan Türk-Rus İşkonseyi çerçevesinde yapılan çalışmalar çok büyük bir rol oynayacaktır.
İki ülke arasındaki siyasi,ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi neticesinde;
-İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi gerçek potansiyelini yansıtacak bir seviyeye ulaşacaktır.
-İhracatımızın arttırılması ile birlikte, ihracatımızda mal çeşitlenmesi sağlanacak ve bugüne kadar ihraç imkanına sahip olmayan mallar için ihracat potansiyeli yaratılacaktır.
-Ülkemizin artan enerji ihtiyacının önemli bir kısmının Rusya’dan karşılanması suretiyle, kısa vadede enerji darboğazının giderilmesi, uzun vadede ise ucuz, temiz ve istikrarlı bir kaynak sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış olacaktır.
-1980’li yıllarda Irak ve Libya ile başlayan ve 1990’lı yıllarda eski SSCB ülkelerinde üstlenilen faaliyetlerle artan bir hacme ulaşan taahhüt sektörümüzün daha da geliştirilmesi imkanı yaratılacaktır.
-İki ülke arasında artan turizm yoluyla, kültürel ilişkilerde de önemli gelişmeler kaydedilecek ve ülkemiz döviz gelirlerinde önemli bir artış gerçekleşecektir.
-Rusya Federasyonu başta olmak üzere diğer BDT ülkelerinin zengin doğal kaynaklarının uluslararası piyasalara pazarlanmasında ülkemiz firmalarının devreye girmesi imkanı yaratılacaktır.
-Ülkemiz sanayinin özellikle yüksek teknoloji ihtiva eden alanlarda ihtiyacı olan kalifiye işgücünün Rusya’nın yetişmiş insan kaynaklarından karşılanması imkanı doğacaktır.
-Ülkemiz firmalarının Rusya Federasyonu’nda ortak yatırıma yönelmeleri, ülkemiz sanayinin uluslararası piyasalara üretim bazında açılarak, firma bazında globalleşme sürecine aktif olarak katılımlarını sağlayacaktır. Bu çerçevede, özellikle deri işleme, elektrik-elektronik, işlenmiş gıda, tarım makineleri gibi ülkemizin büyük potansiyele sahip olduğu alanlarda ortak yatırımlara yönelinmesi, ülkemiz firmalarının Rusya pazarında yerlerini sağlamlaştırabilmeleri ve Rusya’daki büyük potansiyelin değerlendirilebilmesi açısından büyük bir rol oynayacaktır.
-Rus firmaları ile özellikle ulaşım gibi ülkemizde eksikliği hissedilen altyapı yatırımlarında ortak projelere girişilmesi imkanı yaratılacaktır.
Sonuç olarak, yukarıdaki değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilerek, ticaret hacminin 15 milyar dolar, ortak yatırım hacminin ise 20 milyar dolar seviyelerine çıkarılması iki ülke ekonomisine sadece makro bazda değil mikro bazda da büyük katkılar sağlayacaktır. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde, bugüne kadar ikili ticari ilişkilerimizin geliştirilmesinde özverili çalışmalarıyla çok önemli bir görev ifa eden Türk ve Rus işadamlarına çok daha büyük bir sorumluluk düşmektedir.
İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin dönüm noktasını; 1967 tarihinde imzalanan ve SSCB tarafından bazı sınai tesislerin inşası amacıyla ülkemize yaklaşık 200 milyon dolar tutarında kredi açılması ve anılan krediye ait yıllık taksit ve faizlerin geri ödemelerinin ülkemiz menşeli mallarla yapılması esasına dayanan Anlaşma oluşturmuştur. Türk ihraç mallarının SSCB piyasasına girmesinde ve iki ülke arasındaki ticaret hacminin geliştirilmesinde büyük bir rol oynayan ve “Özel Hesap” olarak bilinen, 1995 yılı sonu itibariyle de tasfiye edilen bu düzenleme çerçevesinde ülkemiz açısından o tarihlerde büyük önem arz eden İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Aliağa Petrol Rafinerisi, Orhaneli Termik Santrali gibi önemli sanayi kuruluşlarımızın tesisi için finansman sağlanmıştır.
SSCB’nin dağılmasından hemen önce Rusya Federasyonu ile 1991 yılında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının sonuçlandırılması, ardından 1992 yılı Mayıs ayı içinde bağıtlanan bir dizi belge ile SSCB ile imzalanmış bulunan çeşitli Anlaşma ve Protokollerin Rusya Federasyonu tarafından üstlenildiği hususunda mutabakat sağlanması, ülkelerimizin ikili ilişkilere süreklilik kazandırılmasına verdikleri önemin açık bir göstergesini teşkil etmektedir.
1984 yılında eski SSCB ile imzalanan ve halihazırda Rusya Federasyonu ile sürdürülmekte olan Doğal Gaz Anlaşması 1996 yılında ifade ettiği yıllık yaklaşık 530 milyon dolarlık büyüklükle, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin diğer önemli bir boyutunu teşkil etmektedir.
1967 yılında sanayi tesisleri inşasının finansmanında kullanmak üzere, SSCB’den kredi alan ülkemiz, 1989 yılından itibaren Eximbank aracılığı ile kullandırdığı kredilerle borçlu ülke konumundan kurtularak, kreditör ülke konumuna gelmiştir. Türk Eximbank tarafından 1989-1991 yılları arasında toplam 800 milyon dolarlık alıcı ülke kredisi açılmış, ancak, daha sonra kredi geri ödemelerinde karşılaşılan sorunlar nedeniyle, anılan kredilerin 599 milyon dolarlık kısmı kullandırılmıştır. Ayrıca, Eximbank tarafından 1990 yılında imzalanan anlaşma ile Rusya Federasyonuna açılması öngörülen 350 milyon dolar tutarındaki yatırım kredisinin kullanım esaslarının tesbit edilmesine ilişkin Protokol 1995 yılı sonunda imzalanmış ve bu çerçevede Vosstanya Oteli ve İş Merkezi projesine ilişkin kredi anlaşması 1996 yılı Aralık ayı içerisinde yürürlüğe girmiştir.
Yukarıda kısaca özetlenen Anlaşmalar çerçevesinde önceleri SSCB daha sonra ise, başta Rusya Federasyonu olmak üzere diğer BDT ülkeleri ile yürütülmekte olan ikili ticari ve ekonomik ilişkilerimizde önemli gelişmeler kaydedilmiş ve 1991 yılında Sovyetler Birliği ile 1.7 milyar dolar olan dış ticaret hacmimiz, SSCB’nin dağılması ile birlikte hızla artan bir trend izleyerek, 1995 yılında 5.4 milyar dolara ulaşmıştır. Sözkonusu ticaret hacminin % 61.7’sine tekabül eden 3.3 milyar dolarlık kısmının Rusya Federasyonu ile gerçekleştirildiği dikkate alındığında, Rusya Federasyonunun ülkemiz açısından taşıdığı önem açıkça ortaya çıkmaktadır.
1992 yılında 438,5 milyon dolar olan Rusya Federasyonu’na yönelik ihracatımız 1995 yılında 1.2 milyar dolara yükselmiş, ithalatımız ise aynı dönemler itibariyle 1 milyar dolardan 2.1 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. 1996 yılının ilk dört aylık döneminde, Rusya Federasyonu’na yönelik ihracatımız bir önceki yılın aynı dönemine göre % 65 oranında bir artış kaydederek 447 milyon dolara yükselirken, ithalatımız ancak % 2 oranında artarak 551 milyon dolara ulaşmıştır. Toplam ihracatımızda % 10’luk bir artışın gerçekleştiği 1996 yılının ilk çeyreğinde Rusya’ya yönelik ihracatımızdaki artış oranının % 65 seviyelerine ulaşması, anılan ülkenin ihracatımız açısından taşıdığı potansiyelin en belirgin göstergesidir.
Özellikle, son yıllarda iki ülke arasındaki ticari ilişkilere damgasını vuran diğer bir gelişme ise yapılan kimi hesaplamalara göre 3-5 milyar dolar kimi hesaplamalara göre ise 8-10 milyar dolar seviyesine ulaşmış bulunan “bavul ticareti”dir. Halihazırda resmi ihracat kayıtlarına tabi olmayan ve ağırlıklı olarak Rusya Federasyonu vatandaşlarına yönelik sözkonusu ticaretin de yukarıdaki rakamlara ilave edilmesi halinde ticari ilişkilerimizin bugün için ulaştığı nokta daha da dikkat çekici bir hal alacaktır.
Ticari ilişkilerimizde yaşanan bu önemli gelişmelere paralel olarak 1993 yılında 903 olan Rusya Federasyonu’na ihracat yapan firmalarımızın sayısı, 1995 yılında 2130’a ulaşmıştır. Bu rakamlara yukarıda bahsekonu ticaret şekli ile iştigal eden firmalarımızın sayısı dahil edilmemiştir. Öte yandan, Moskova Ticaret Müşavirliği kayıtlarına göre, Moskova’da açılan Türk firma temsilciliği sayısı da 170’i aşmıştır.
Diğer taraftan, Türk müteahhitlik firmaları, 1987 yılından bugüne kadar Rusya Federasyonu’nda yaklaşık 7.5 milyar dolar tutarında 379 proje üstlenmişlerdir. Bu projelerin yaklaşık 3.1 milyar dolarlık bölümü tamamlanmış olup, halihazırda 97 Türk firması bu ülkede faaliyet göstermektedir.
Buraya kadar kısaca özetlenmeye çalışılan iki ülke ekonomik ve ticari ilişkilerinin daha detaylı incelenmesine ve ileriye dönük stratejilerin belirlenmesine ilişkin görüşlere geçmeden önce, son yıllarda gerek siyasi, gerekse sosyal ve ekonomik açıdan büyük bir yapısal değişiklik gösteren Rusya Federasyonu’nun mevcut ekonomik durumunun ana hatları itibariyle başlıklar halinde kısaca özetlenmesinde fayda görülmektedir.
-Piyasa ekonomisine geçiş sürecinin başlamasıyla fiyatların belirlenmesinde piyasa mekanizmasına işlerlik kazandırılması neticesinde 1991 yılından itibaren ekonomide yüksek enflasyonla beraber önemli bir daralma yaşanan Rusya Federasyonu’nda GSYİH 1991-1994 döneminde her yıl ortalama %15 oranında azalmış, enflasyon oranı ise 1992 yılında %2600’lük rekor seviyeye ulaştıktan sonra 1994 yılında ancak %320’ye düşürülebilmiştir. 1995 yılında alınan ekonomik önlemler neticesinde GSYİH’daki azalış oranı % 4’lere kadar gerilemiş, enflasyon oranında ise hedeflere ulaşılamamakla birlikte önemli oranda bir düşüş kaydedilmiş ve enflasyon yıl sonu itibariyle % 133 olarak gerçekleşmiştir.
-1996 yılında enflasyon aylık bazda % -0.2’lere kadar gerilemiş ve yılın genelinde enflasyon reform sürecinin başladığı 1992 yılından bu yana en düşük seviye olan % 21.8 olarak gerçekleşmiştir.
-1996 yılında GSYİH’nın % 1 oranında daralması beklenmekle birlikte, 1997 yılında ekonominin % 4 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir.
-Rusya Federasyonunun kurulduğu günden bu güne kadar geçen süre zarfında özelleştirme alanında da önemli gelişmeler kaydedilmiş ve bugün sanayide istihdam edilen işçilerin % 80’inden fazlası özel sektörde çalışır hale gelmiştir.
-Artan dış borç servisinin ekonomi üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin giderilmesi amacıyla, 1995 yılı sonu itibariyle toplam 121 milyar dolara ulaşan dış borç stoğunun, 38.7 milyar dolarlık kısmı 29 Nisan 1996 tarihinde Paris Klubü ile imzalanan anlaşma çerçevesinde yeni bir takvime bağlanmıştır.
-IMF ile yapılan anlaşma çerçevesinde 1996-1998 yıllarını kapsamak üzere 10.2 milyar dolarlık yeni bir kredinin sağlanması hususunda mutabakata varılmış ve bu çerçevede kredinin kullandırılmasına başlanmıştır. Ancak, 1996 yılının ikinci yarısında, IMF, Rusya’nın çok yüksek boyutlara ulaşan vergi kaçağını önlemeye yönelik gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmediği gerekçesiyle, kredi kullanımını askıya almıştır.
-Rusya’nın ekonomisine dair iyimser beklentiler Ekim ayı içerisinde kredi derecelendirme kuruluşları tarafından da onaylanmış ve Rusya borç ödeme kapasitesi bakımından yapılan ülke sıralamasında Arjantin ve Brezilya’nın üzerinde yer almıştır.
-Dış ticaretin 1992 yılından itibaren süren gelişme trendi 1995 yılında da devam etmiş, ithalat bir önceki yıla göre % 62 oranında artarak 35.7 milyar dolardan 57.9 milyar dolara, ihracat ise yine aynı oranda artarak 48 milyar dolardan 77.8 milyar dolara ulaşmıştır. Bu çerçevede, dış ticaret hacmi 135.7 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve dış ticaret fazlası 19.9 milyar dolara ulaşmıştır. Dış ticarete konu malların kompozisyonu incelendiğinde, toplam ithalatın % 30’unun gıda maddelerinden oluştuğu, petrol ve doğal gaz satışından elde edilen gelirin ise toplam ihracatın % 30’unu aştığı görülmektedir.
-1992-1994 döneminde 4 milyar dolar seviyesinde yabancı sermaye yatırımı gerçekleşmiş, 1995 yılı sonu itibariyle ise toplam rakam 6 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır.
Rusya Federasyonu son yıllarda uluslararası kuruluşlarla ilişkilerin düzenlenmesi ve dünya ekonomik sistemiyle bütünleşme yolunda yasal alt yapının oluşturulmasına yönelik önemli adımlar atmaktadır. Bu çerçevede, 1994 yılı Aralık ayında üyelik başvurusu yapılan DTÖ’ye katılım müzakerelerinin yakın bir tarihte sonuçlanması beklenmektedir. Diğer taraftan, Rusya ile AB arasında 24 Haziran 1994 tarihinde imzalanan Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın ticari hükümleri 1 Şubat 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin Rusya Federasyonu ile yakın siyasi, ticari ve ekonomik ilişkileri bulunan Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova ile 1994 yılı içerisinde Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları imzalaması, önümüzdeki yıllarda Rusya başta olmak üzere anılan ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşması imzalanması yönünde önemli bir adım olarak nitelendirilmektedir. Nitekim, AB ile Rusya Federasyonu arasında STA müzakerelerine 1998 yılında başlanacağı beklenmektedir.
Yukarıda özetlenmeye çalışılan değerlendirmeden de görüleceği üzere, son yıllarda ekonomik açıdan önemli gelişmeler kaydeden Rusya Federasyonu’nda önümüzdeki yıllarda makro ekonomik istikrarın sağlanması ile birlikte çok büyük bir potansiyel oluşacaktır. Bu itibarla, Rusya Federasyonu ile siyasi ilişkilerimiz başta olmak üzere, ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi her iki ülke ekonomisine çok büyük faydalar sağlayacaktır. Ayrıca, giderek daha önemli bir siyasi ve ekonomik güç haline gelen Rusya Federasyonu ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerimizin daha da geliştirilmesi, ülkemizin AB’ne tam üyelik hedefini gerçekleştirebilmesi açısından da tamamlayıcı bir rol oynayacaktır.
148 milyonluk nüfusu ile dünyanın en önemli pazarları arasında yer alan Rusya Federasyonu’nun toplam ithalatı içerisinde ülkemiz ihracatının son yıllarda gözlenen olumlu gelişmelere rağmen, ancak yaklaşık % 2’lik bir paya sahip olması, coğrafi yakınlığın ticaret üzerindeki olumlu etkileri de dikkate alındığında, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesi zaruretini açıkça ortaya çıkarmaktadır. Batı ülkelerinden farklı olarak her gelir grubundan geniş bir nüfus yapısına sahip olan Rusya Federasyonu’nun tüketim talebi de anılan gelir farklılıklarına paralel olarak çok geniş bir ürün yelpazesini kapsamaktadır. Sözkonusu durum, diğer pazarlarda ihracat imkanı sınırlı olan mallarımız açısından da büyük bir potansiyel yaratmaktadır. Bu itibarla, her gelir düzeyine hitap edebilecek geniş bir ürün yelpazesiyle ve gelişmiş Moskova bölgesiyle sınırlı kalmayarak zengin doğal kaynakları ve sanayi potansiyeli bulunan Tataristan, Dağıstan, Başkırdistan gibi otonom cumhuriyetler de dahil olmak üzere, tüm bölgeleri kapsayacak şekilde Rus pazarına, direkt ihracatın yanısıra, bölgede kurulacak depo-antrepo-mağaza gibi dağıtım kanalları vasıtasıyla doğrudan tüketiciye hitap edecek şekilde yönelinmesi hem ülkemiz sanayinin geliştirilmesi hem de ihracatımızın arttırılması açısından büyük önem arzetmektedir.
Ülkemiz firmalarının yurtdışında mağaza açmalarına ilişkin projelerin finansmanı amacıyla Eximbank tarafından 1996 yılında uygulamaya konulan orta vadeli kredi programı çerçevesinde Rusya Federasyonu’nda açılacak mağazaların finansmanına öncelik verilmesi ve bu kapsamda Moskova’da toplam 18 bin m2’lik bir alana inşa edilmesi planlanan bir mağaza için Eximbank tarafından 7.5 milyon dolar, toptancı hali projesi için ise 5 milyon dolar olmak üzere toplam 12.5 milyon dolarlık kredi tahsis edilmesi, anılan pazarda ülkemiz mallarının yer edinebilmesi açısından çok önemli bir adım olarak nitelendirilmelidir.
Daha önce de belirtildiği gibi bavul ticareti iki ülke arasındaki ticari ilişkilerde çok önemli bir yer tutmaktadır. Son yıllarda hızla artmakta olan bavul ticaretinin başta sağladığı döviz geliri olmak üzere ülkemiz ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunduğu bir gerçektir. Bavul ticareti sayesinde, bugüne kadar ihraç konusu olmayan mallarımız için ihraç potansiyeli yaratılmış ve küçük esnaf ve sanayicilerimizin dış pazarlarla tanışmaları ve bu çerçevede kayıtlı ihracata yönelmeleri açısından da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak, bavul ticaretinin kayıt dışı olması itibariyle kayıtlı ekonomi aleyhine haksız rekabet yarattığı ve kalite ve standart denetimine tabi olmaması nedeniyle de Türk malı imajını zedelediği gerçeği de gözardı edilmemelidir. Ayrıca, Rusya Federasyonu da bavul ticaretinin iç sanayini olumsuz yönde etkilediğini, bütçe gelirlerinin önemli bir kalemini oluşturan gümrük vergisinde önemli bir gelir kaybına yolaçtığını, sözkonusu ticarete konu olan malların kalite ve standart denetimine tabi olmaması nedeniyle tüketiciye zarar verdiğini öne sürerek, bu ticaret şekline geçtiğimiz Ağustos ayı başından itibaren değer ve ağırlık bazında kısıtlamalar getirmiştir.
Bu itibarla, anılan ticaretin yasal bir zemine oturtulması ve başta Rusya Federasyonu olmak üzere, bavul ticaretinin yöneldiği diğer tüm ülkelerde alternatif pazarlama metodlarının geliştirilerek bu büyük potansiyelin dış ticarete aktif olarak yönlendirilmesi; ülkemiz menşeli malların kalite ve standart denetiminin sağlanması, gelecekte büyük bir potansiyel arzedecek Rusya pazarında kaliteli Türk malı imajının yerleştirilmesi açısından çok büyük önem arzetmektedir. Bu çerçevede, Aralık ayı içerisinde Sayın Tansu Çiller ile Moskova Hükümeti Başkanı Sayın Yuri Lujkov arasında imzalanan niyet protokolu kapsamında Moskova’da ülkemiz ürünlerini tanıtmak ve doğrudan nihai tüketiciye sunmak amacıyla Türk Ticaret Merkezi kurulması çalışmalarına başlanması, kaliteli Türk malı imajının yaratılmasına yönelik atılmış çok önemli bir adım olarak nitelendirilmelidir.
Ayrıca, iki ülkenin farklı üretim yapılarına sahip olmaları da ülkelerimiz açısından büyük bir potansiyel yaratmaktadır. Zengin doğal kaynaklara ve ülkemizden farklı bir sanayiye sahip olan Rusya Federasyonu ile ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi, ekonomilerimizin tamamlayıcı yapıları dikkate alındığında, her iki ülkenin çıkarlarına olduğu kadar bölgenin ekonomik kalkınmasına ve hatta bölgede siyasi istikrarın sağlanmasına da hizmet etmiş olacaktır.
Halihazırda, bölgede yaşanan üretim eksikliği esas itibariyle ithalatla karşılanmakla birlikte, orta vadede sanayinin geliştirilmesine yönelik olarak alınan tedbirler çerçevesinde, sadece Rusya Federasyonu’nda değil BDT ükelerinin tümünde korumacı tedbirlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bu itibarla, ülkemiz firmalarının anılan bölgelerde yerel sermaye ile ortak yatırıma yönelmeleri konusunda girişimde bulunmaları ve sözkonusu girişimlerin devlet tarafından da desteklenmesi orta ve uzun vadede ülkemize ekonomik açıdan büyük faydalar sağlayacaktır. Halihazırda, gerek siyasi gerekse ticari açıdan oldukça riskli bir ülke olarak nitelendiren ancak reformların tamamlanması ile birlikte çok büyük bir potansiyel arzedecek olan Rusya Federasyonu’nda ortak yatırım imkanlarının geliştirilmesine yönelik olarak alınacak tedbirler, ülkemizin anılan potansiyelden azami ölçüde yararlanması açısından çok büyük bir önem arzetmektedir.
Bu çerçevede, müteaahitlerimiz de dahil olmak üzere, ülkemiz yatırımcılarının, özellikle Rusya Federasyonu ve BDT ülkelerinde gerçekleştirecekleri yatırımlara uzun vadeli kredi, sigorta ve garanti desteği sağlayacak “Dış Yatırımlar Kredi Garanti ve Sigorta Kurumu”nun oluşturulması, anılan ülkelerdeki yatırımlarımızın arttırılması ve dolayısıyla hızla artmakta olan tüketim talebinin ülkemiz firmalarınca karşılanması imkanını yaratacak ve ülkemizin sözkonusu pazarda sağlam bir yer edinmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
Ülkemiz girişimcilerinin Rusya Federasyonu’ndaki yatırımları kadar üzerinde önemle durulması gereken diğer bir husus ise, kalifiye insan gücüne sahip ve enerji de dahil olmak üzere kimya sanayi, demiryolu elektrifikasyonu, metro inşası gibi yüksek teknoloji içeren belirli konularda uzmanlaşmış bulunan Rus firmaları ile ülkemizde ortak yatırım imkanlarının geliştirilmesidir. Bu vesileyle ülkemiz sanayii Rusya’da mevcut yetişmiş işgücü potansiyelinden yararlanma imkanına kavuşturulmuş olacaktır.
Bu noktada Doğal Gaz Anlaşmasına tekrar değinmek istiyorum. 1987 yılından başlayarak 25 yıl süreyle ülkemize doğal gaz sevkiyatını garanti altına alan Doğal Gaz Anlaşması yukarıda da ifade edildiği gibi, bir taraftan yıllık olarak öngörülen 5-6 milyar m3 doğal gaz sevkiyatı, diğer taraftan doğal gaz bedelinin karşılığında ülkemiz menşeli malların Rusya Federasyonu’na ihracatına ilişkin hükümleri vasıtasıyla iki ülke arasında yarattığı ek ticaret imkanı ile ikili ticari ilişkilerin önemli bir boyutunu teşkil etmektedir. Buna ilave olarak, ülkemiz sanayiinde ve meskenlerde günden güne yaygınlaşan doğal gaz kullanımı ve gittikçe artan enerji ihtiyacı dikkate alındığında, doğal gaz miktarının arttırılmasına yönelik son dönemde başlatılan çalışmaların da bir an önce sonuçlandırılması hayati bir önem taşımaktadır.
Yıllık 5 milyar dolar turizm geliri ile önemli bir turizm ülkesi haline gelen ülkemiz, özellikle son yıllarda Rus vatandaşlarından da büyük bir ilgi görmektedir. Serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci ile birlikte son yıllarda ortaya çıkan varlıklı Rus kesiminin tatillerini yurtdışında değerlendirmeye başlaması ve gittikleri ülkeler için yüksek tüketim talepleri ile önemli bir gelir kaynağı oluşturması, bu ülke vatandaşlarını sadece ülkemiz açısından değil diğer ülkeler açısından da hedef kitle haline getirmiştir. Bu itibarla, sözkonusu hedef kitleye yönelik olarak etkin bir tanıtım programı düzenlenerek, anılan ülke vatandaşlarının tatillerini ülkemizde değerlendirmeleri imkanının yaratılması halinde, kültürel ilişkilerimizin yanısıra ticari ilişkilerimizde de önemli gelişmeler kaydedilebilmesi için imkan yaratılmış olacaktır. Ortak turizm ve havayolu şirketlerinin kurulması da iki ülke arasındaki turizm faaliyetlerinin geliştirilmesinde büyük rol oynayacaktır.
Ayrıca, Rusya’da yaşanan ekonomik gelişmeler çerçevesinde son yıllarda hızla artan hizmet sektörü talebi ülkemiz firmaları açısından büyük bir potansiyel yaratmaktadır. Bu potansiyelin azami ölçüde değerlendirilebilmesi, özellikle ülkenin geneline yaygın bir şekilde hizmet verebilecek ve artan tüketim eğiliminden doğrudan etkilenen otelcilik, fast food zincirleri, süpermarketler, benzin istasyonu, otomobil bakım ve onarım servisleri gibi konularda ortak yatırımlar ile mümkün olabilecektir.
Daha önce de belirtildiği gibi, tarım ürünleri ithalatı Rusya’nın toplam ithalatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu itibarla, Rusya’nın tarım ürünleri ihtiyacının, yaş meyve ve sebze başta olmak üzere tarım ürünleri ve gıda sanayinde büyük bir potansiyele sahip olan ülkemiz firmalarınca gerek ortak yatırım gerekse ihracat yoluyla karşılanması ikili ticari ilişkilerimizin bu alanda da geliştirilmesi açısından büyük önem arzetmektedir.
Bilindiği gibi, müteahhitlik hizmetleri iki ülke arasındaki ticari ilişkilerde önemli bir yer tutmaktadır. Müteahhitlerimiz bugüne kadar başta Rusya Federasyonu olmak üzere, diğer BDT ülkelerinde üstlenmiş oldukları projeleri başarıyla tamamlayarak, pazarda kendilerini kabul ettirmişlerdir. Önemli bir ticari ve politik risk unsuru ihtiva eden bu ülkeler grubuna yönelik müteahhitlik hizmetlerimizin daha da geliştirilebilmesi sözkonusu riskleri kapsayacak geniş kapsamlı garanti ve sigorta programlarının oluşturulmasına bağlıdır.
Diğer taraftan, zengin doğal kaynaklarıyla dünyanın en önemli stratejik merkezlerinden biri konumunda bulunan Rusya Federasyonu, 49 trilyon metre küp civarında olduğu tahmin edilen doğal gaz kaynaklarıyla toplam dünya rezervlerinin % 35’ini elinde bulundurmakta, aynı zamanda petrol rezervlerinde de Suudi Arabistan ve ABD’nin ardından üçüncü sırayı almaktadır. Ayrıca, Sibirya ve Ural dağları gibi belirli bölgelerinde önemli doğal kaynaklara sahip olan Rusya dünyanın önemli bir altın, demir, bakır ve nikel üreticisi konumundadır. Böylesi zengin doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen, pazarlama alanındaki deneyimsizlikleri nedeniyle bu kaynaklarını dünya piyasalarına yeterli düzeyde arz edemeyen Rusya Federasyonu ve diğer BDT ülkelerinin doğal zenginliklerinin pazarlanmasında (Finlandiya örneğinde olduğu gibi) uluslararası piyasalardan elde ettikleri kazançların ve dolayısıyla ülkemiz döviz gelirlerinin arttırılmasında önemli bir rol oynayabilecektir.
Diğer taraftan, iki ülkeyi birbirine bağlayan diğer önemli bir gelişme ise, 1992 yılında ülkemizin öncülüğünde İstanbul Deklarasyonu ile hayata geçirilen Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) projesidir. Türkiye, Yunanistan, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Moldova, Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Romanya, Ermenistan ve Gürcistan’ın üye olduğu KEİ projesi çerçevesinde, üye ülkeler arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi suretiyle, bölge ülkelerinin potansiyelinin en iyi şekilde değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Rusya Federasyonu’nun KEİ üyesi eski SSCB ülkeleri ile olan yakın siyasi ve ticari ilişkileri dikkate alındığında, Rusya Federasyonu ile geliştirilecek iyi ilişkiler KEİ’nin kuruluş amaçlarının gerçekleştirilmesinde de önemli bir rol oynayacaktır.
Yukarıda kısaca yapılan değerlendirmeden de görüleceği üzere, Rusya Federasyonu, zengin doğal kaynakları, kalifiye insan potansiyeli, henüz ticari açıdan tam olarak değerlendirilemeyen teknolojisi, ülkemizle tamamlayıcı üretim yapısı, BDT ve özellikle de Orta Asya Cumhuriyetlerindeki ortak çıkarlarımız ve herşeyden önce ülkemizle olan tarihi ve coğrafi yakınlığı açısından ülkemiz için büyük önem taşımaktadır. Bu itibarla, gerek siyasi gerekse makro ekonomik istikrarın sağlanması ile birlikte önümüzdeki yıllarda çok önemli politik ve ekonomik güç haline gelecek Rusya Federasyonu ile ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ülkemiz açısından olduğu kadar bölgede siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması açısından da çok büyük önem arzetmektedir. Bu ilişkilerin geliştirilmesinde, iki ülke işadamlarına yıllardan beri en geniş anlamda biraraya gelme fırsatı sağlayan Türk-Rus İşkonseyi çerçevesinde yapılan çalışmalar çok büyük bir rol oynayacaktır.
İki ülke arasındaki siyasi,ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi neticesinde;
-İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi gerçek potansiyelini yansıtacak bir seviyeye ulaşacaktır.
-İhracatımızın arttırılması ile birlikte, ihracatımızda mal çeşitlenmesi sağlanacak ve bugüne kadar ihraç imkanına sahip olmayan mallar için ihracat potansiyeli yaratılacaktır.
-Ülkemizin artan enerji ihtiyacının önemli bir kısmının Rusya’dan karşılanması suretiyle, kısa vadede enerji darboğazının giderilmesi, uzun vadede ise ucuz, temiz ve istikrarlı bir kaynak sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış olacaktır.
-1980’li yıllarda Irak ve Libya ile başlayan ve 1990’lı yıllarda eski SSCB ülkelerinde üstlenilen faaliyetlerle artan bir hacme ulaşan taahhüt sektörümüzün daha da geliştirilmesi imkanı yaratılacaktır.
-İki ülke arasında artan turizm yoluyla, kültürel ilişkilerde de önemli gelişmeler kaydedilecek ve ülkemiz döviz gelirlerinde önemli bir artış gerçekleşecektir.
-Rusya Federasyonu başta olmak üzere diğer BDT ülkelerinin zengin doğal kaynaklarının uluslararası piyasalara pazarlanmasında ülkemiz firmalarının devreye girmesi imkanı yaratılacaktır.
-Ülkemiz sanayinin özellikle yüksek teknoloji ihtiva eden alanlarda ihtiyacı olan kalifiye işgücünün Rusya’nın yetişmiş insan kaynaklarından karşılanması imkanı doğacaktır.
-Ülkemiz firmalarının Rusya Federasyonu’nda ortak yatırıma yönelmeleri, ülkemiz sanayinin uluslararası piyasalara üretim bazında açılarak, firma bazında globalleşme sürecine aktif olarak katılımlarını sağlayacaktır. Bu çerçevede, özellikle deri işleme, elektrik-elektronik, işlenmiş gıda, tarım makineleri gibi ülkemizin büyük potansiyele sahip olduğu alanlarda ortak yatırımlara yönelinmesi, ülkemiz firmalarının Rusya pazarında yerlerini sağlamlaştırabilmeleri ve Rusya’daki büyük potansiyelin değerlendirilebilmesi açısından büyük bir rol oynayacaktır.
-Rus firmaları ile özellikle ulaşım gibi ülkemizde eksikliği hissedilen altyapı yatırımlarında ortak projelere girişilmesi imkanı yaratılacaktır.
Sonuç olarak, yukarıdaki değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilerek, ticaret hacminin 15 milyar dolar, ortak yatırım hacminin ise 20 milyar dolar seviyelerine çıkarılması iki ülke ekonomisine sadece makro bazda değil mikro bazda da büyük katkılar sağlayacaktır. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde, bugüne kadar ikili ticari ilişkilerimizin geliştirilmesinde özverili çalışmalarıyla çok önemli bir görev ifa eden Türk ve Rus işadamlarına çok daha büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)